16 Ocak 2019 Çarşamba

EHLİSÜNNET VE ŞİA KAVRAMLARINI KİMLER VE NE ZAMAN ÜRETTİ !..?

EHLİ SÜNNET ve ŞİA  KAVRAMLARI; en çok istismara uğrayan, çatı konumunda  olup, içlerinde çok farklı görüşleri barındıran,  başlangıcındaki amacından saptırılmış sloganik kavramlardır!




İslam toplumları genelinde ehlisünnet denilince; Allah’ın emirleri ve peygamberin sünnetini, sahabenin anladığı şekilde aynen inanma ve uygulanma bicimi olarak algılanmakta! Bu görüşe katılmayanlara da, ehlisünnet ve  peygamber düşmanı ilan edilmekte! Oysa maziye baktığımızda hiçbir islam geleneğinin Kuran’ı ve resulü inkar ettiği görülmemiştir. Her grup bu ilkelere uygun olduklarını iddia ederler! Nedeni Allah’ın emirleri ve peygamberin örnekliği zaten Kuran’ın emri imanın gereğidir de ondan.  Konuyu enine boyuna anlayabilmek için, Ehli sünnet kavramı ne zaman kullanılmaya başlandığı, itikat konusundaki çelişkileri, kime yada kimlere karşı çıktığı altının kimler tarafından doldurulduğu konusunu da anlamak gerek. Allah resulü sonrası, bu tip yapılanmaların başında Şia çıkmıştır! Şia taraftar demektir. Şia islam toplumunda ilk defa Osman’ın şiası olarak dillendirilmekte idi. Daha  sonra Ali nin şiası. Yani Osman’ı yada Ali yi  seven ve tarafını tutan olarak anılmakta idi. Halifeye karşı sıffin savaşını gerçekleştiren Muaviye, içinde sahabenin de olduğu 70 bin kişinin öldürülmesini sağlamış, yenilgi aşamasında Kuran sayfalarını mızrak uçlarına taktırarak yenilgiden kurtulmuş, bunun sonucu da  islamda Haricilik denilen bir akımın bir kopuşun  doğuşuna sebebi  olmuştur!                                                                                            Haricilik; Kuran bütünlüğüne bakmadan, parçacı yaklaşımlarla Allah resulü örnekliğini uygulamasına ihtiyaç duymadan doğrudan kelime üzerinden Kuran’ı yorumlama mantığını kullanan grubun görüşüdür!.  Şialık ise; Ali taraftarı olarak bilinen küçük grup iken, Muaviyenin, bir takım oyunlar tuzaklar ve hileler sayesinde halifeliği gasp edip, sultanlığı getirmesiyle siyasallaşmış, iktidar hakkının İmam Ali’de olduğu, bunun Allah tarafından tayin edildiği, bunun arkasında durmayan sahabenin de  çoğunun haktan uzaklaştığı teziyle, muhalefeti şia adı ile temsil etmeye başlayan daha büyük bir kopuşun adıdır!.                                                          O dönemlerde mescitler; toplumun ihtiyaçlarına yönelik kullanılan meclisi, eğitim yuvası, yardımlaşmanın ve ibadetin yapıldığı tek yer  idi. Hz. Ali sonrası, halifeliği gasp edip saltanata çeviren Muaviye, Ali korkusunu, geçmişin intikam duygusunu  bir türlü üzerinden atmamış olmalı ki, Ali ve çocuklarının aleyhine mescitlerde aşağılama hakaret ve küfürler ettirmeye başlamıştır! O günlerde Cuma Hutbesi  Cuma namazı arkasından yapılmakta,  hastaların, ihtiyaç sahiplerinin, devletin sorunlarının  dinde yetersiz kalanların ihtiyaçlarına yönelik uzun uzun hutbeler oluşturulurdu. Hutbede Aliye küfür duymak istemeyenler, Cuma namazından sonra mescitleri terk etmeye başladı. Yönetim, propagandasının devamını sağlamak için  hutbeyi Cuma namazı öncesine aldı. Bu sefer küfür ve hakaret dinlemek istemeyenler mescitlere gitmemeye başladı. Dinin öğrendiği tek yerin siyasete alet edilmesi yüzünden insanlar dinini öğrenmekten bir şekilde men edilmiş oldu!. Yeni Müslüman olanlar, genç  nesiller  kendi dinlerinin adını biliyor ama, içeriğinden bi haber olmaya başladılar. Bu zulüm sayesinde azda olsa namazsız Müslümanlık doğdu. Aliyi sevenlerin bir kısmı dini ihtiyaçlarını ibadetlerini İslam’ı ölçülerde değil de kendi kültürleri çerçevesinde yapmaya, bunun doğruluğuna yönelikte argümanlar üretmeye başladılar. Siyasi olarak ortaya çıkan haricilik ve Şia ya karşı, özellikle batılı felsefecilerin kitaplarının  cevirisi ile Mürcie, kaderiyecilik, cebriye mutezile gibi onlarca farklı anlayışlar türedi. Bunlardan en güçlü olanları Şia ve mutezile idi. Mutezile iktidarın Kuran dışı uydurduğu kader anlayışına karşı aklı ve vahyi önceleyen bir anlayış olarak ortaya çıktı. Her anlayış makulün yanında kendi konumlarına göre aşırılıkları da beraberinde dinselleştirmeye başladı. Dini anlamda tüm aşırılıkların önünü keserek orta yolu oluşturmak, siyasi olarak da Şia nın, sahabeye düşmanlığına karşı ortak zemin oluşturmak için bütün grupları içine alacak kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan, çatı bir anlayış olarak Ahmet Bin Hanbel ve İmam Şafi görüşleri alt yapısında Ehli Sünnet anlayışı çıkmıştır.
Ehli sünnet kavramı; her ne kadar iyi niyetlerle oluşturulduğu iddia edilse de, Hadis Usulü alimlerinin Ehl-i Sünnet akaidine uymayarak yeni  itikat esasları  üretmişlerdir! Kûr’an-ı Kerim’in medh ettiği sahabe Mekke’nin fethinden önce  Müslüman olup malı ve canı  ile bedel ödeyen Allah resulünce övülen sahabe olarak adlandırılan  zümre olmasına rağmen, onların içine fetihten sonra hiçbir zorluk görmeden Müslüman olmuş peygamberin yüzünü gören vahşinin de içinde bulunduğu  hazıra konmuşları da sahabe saymışlardır! Mesela;
 Müslümanların  Hicaz’da mutlak hakim olması ile Medineli münafıklar da harplere iştirak etmeye başlamış, ganimetten pay almak istemiştir. Oysa, Rasûlü Ekrem’i Huneyn’de tenkit edenler bunlardı!. Hicaz’dan bedevi kabileler Allah Rasûlünün pazusunu güçlendirdiğini söyleyerek, minnet altına almak istemişlerdir!. Bu baldırı çıplak çöl Arapları sürekli harp ganimetlerinin peşinde koştular. Osman bin Affan’ı şehit eden harici zihniyetin tabanını bunlar oluşturmuştu!  Bölgenin tamamen Müslümanların elinde olmasından istifade etmek için fırsat kollayan Mekkeliler aradıkları fırsatı halifeler devrinde bulmuşlar, Ümeyye oğulları adım adım saltanatın alt yapısını kurmuşlardır.! Onları deviren Abbas oğulları da onlardan farklı olmamışlardır! Bu üç kesimi bir birinden ayırt etmeden, Sahabenin tamamının adil olduğu,  rivayet ettiği hadis konusunda yalan söylemeyeceği ve  yanlış yapmayacağını ilke edinilmiştir! Ehlibeyti de sahabe içinde sayarak iktidar hakkının ilk dört  halife  sıralamadaki gibi olmasının itirazsız kabulü ile dört halifeden sonra iktidar sahipleri zalim de olsa ona baş kaldırılmamasını ilke edindiler! Bu ilkeler ışığında bunları doğrulayacak ayetler aranmış, bir kelime dahi bulunsa ilişkilendirilmiş, bulunmayan alanlarda da rivayetler uydurulmuştur!  .  Kısaca ehli sünnet adı, bazı zamanlarda bazılarınca birilerinin siyasi malzemesi olmuş, zalime karşı baş kaldırmayıp susmayı, liyakat ve  ehliyeti görmezlikten gelerek babadan oğula yada damadı, yakınlarını iş başına getirmeyi, zalimlere yol açmak için temel ilkelerde hileyi şerieye yol vermeyi, maslahata uygun davranmayı, maslahat adına adaletsizliğin meşrulaştırıldığı, nice nice ana çizgilerden uzaklaşmanın  bir takım gerekçelerle dinle uyumlu hale getirildiği kavramın adı olarak da kullanılmıştır. Bir noktada mevcut siyasi anlayışın uygulamaları dinsel bir zemine oturtmuş, ehlisünnet, iktidarın çirkinliklerine örtü olarak kullanılmıştır! Ehli sünnet kavramının altı daha ziyade hadis ehlinin topladığı hadislerin kitaplaştırmasıyla doldurulmaya başlamıştır.! Bunlar yetmemiş gibi,  o zamana kadar  bidat ehli olarak bilinen tasavvuf akımının İmam Gazali etkisi ile Ehli Sünnetin içine dahil edilmesiyle birlikte bu anlayış yamalı bir bohçaya dönüşüp amacından iyice saptırılmıştır! İlim dünyevi ve uhrevi olarak ikiye bölünmüş, müspet ilim terk edilip,  düşünme akıl etme bir kenara atılmıştır! Bu akımın sihirli ve kolay cennet vadi insanları büyülemiş,  evliya kerametleri ve tasarruflarına efsunlananlar Kuran’ı anlamayı bırakıp ütopyanın peşine düşmüşlerdir !.  Bugün ehli sünnet dünyasında bir değil yüzlerce ehli sünnet inancı vardır! Her biri kendini hak diğerini öteki görüp batıl olduğuna inanmaktadır!                                                                                               Ehli sünnetin kuruluş ilkeleri ile, bugün geldiği nokta arasındaki farkları  dini belli görüşlerin sınırına hapsedip idelojiye dönüştüren kitaplarda,  toplumu uyutmak için hazırlanan vaaz kitaplarında, dinden para kazanmak amaçlı yazılan hikaye ve destan içeren kitaplarda bulamazsınız! Kabul edilsin yada edilmesin bunlar masal değildir! islam tarihini ve rivayetleri incelediğinde bu gerçeklerle yüzleşebilirsiz! Nice yüzleşenler olmasına rağmen,  toplumdan dışlanmamak, müşrik ehlinden, küfür hakaret duymamak için susmaktalar! Susturulmaktalar!! En kısa şekli ile bugünkü halimiz, durumumuz budur!  Tahkik eden eder, etmeyen taklitte kalır!
ŞİİLİKTE İTİKATANLAYIŞI İLE EHLİ SÜNNET İLE FARKLILIKLARI NELERDİR?


Hz. Ali sonrası muhalefet konumunda olan şia, onun devamı bugünkü Şİİ’lik  anlayışı  ne gibi evrelerden geçtiğine bakacak olursak;  Tarihin hangi sayfasında insanoğlu iman ettiği hakıkatin arkasında durabilmiş, bozulmaya karşı kendini koruyabilmiş ki!..? Masum Ali taraftarlığı olarak başlayan şia, zamanla siyasallaşmış, karşıtları gibi siyasetine uygun dini argümanlar geliştirerek tarihteki yerini almış anlayışlardan birisidir. Şunu kesin olarak söylemek gerekir ki, peygamber torunlarının  mevcut siyasete karşı olmalarının sebebi,  iktidar hakkının kendilerine ait olduklarına inanmalarına rağmen, dertleri kan dökerek, fitne çıkartarak bu hakkı elde etmek  değil, İslam üzerinde yapılan ameliyatlara, bozulan, uydurulan, sonradan katılan hurafelerin dinselleştirilmesinedir. Bu konuda imamı azamın da destek verdiği bugünkü Zeydilerin lideri İmamı Zeyt örneği çok önemlidir! Hz. Ebu Bekir ve Ömer aleyhine kötü söz söylememesi yüzünden, şialıkta söz sahibi komutanlar İmamı Zeyd’e” “Biz Ebu bekir ve Ömer’i kötüleyen başka ehlibeytin arkasından gideriz” diyerek onu terk ederek, Emevilerle  yaptığı savaşta yenilmesine ve şehit edilmesine sebep olmuşlardır. http://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/12/u_05.html
Tevhidi anlayış bakımından ehlibeyt ile imamı azam arasında her hangi bir fikir ayrılığı da söz konusu değildir.  Bunu nerden anlıyoruz bugün ehlisünnet dünyasında sayısız konularda imam Cafer’in içtihatlarına atıfta bulunulur.  Kalkışma hareketlerinde, Şiilik ideolojisinin oluşturulmasında ehlibeyt mensuplarının fazla bir etkisi yoktur. Ancak bu işi gerçekleştirenler, ehlibeyt mensuplarının kişiliklerinin arkasına saklanan siyasi ikbal peşinde olanlar ise, ehlibeyt gölgesi arkasında kendi siyasetlerini gütmüş, olumlu yada olumsuz yaptıkları eylemleri ehlibeyt adına yaptıklarını iddia etmişlerdir! Bu anlayışın arkasında duranlar iddialarına delil teşkil etmesi bakımından imamlar adına binlerce rivayet uydurmuşlardır!. Şunu da hemen söylemek gerekir ki, imamı azamla bugünkü Hanefiliğin de çok benzer yönü kalmamıştır! tıpkı bugünkü  Şiilik anlayışı ile İmamların  görüşleri arasında pek bir benzerlik olmadığı gibi!
Mesela; Emevi devrinde Mekke’de hilafetini ilan eden Abdûllah ibni Zûbeyr’e karşı  “fitne döneminde Şam’da toplanın” !. hadisini Zeyd bin Sabit’in vavih katipliği referans gösterilerek onun adı kullanılarak uydurulmuştur!  Bir başka örnek “Ali bin Ebû Talib hakkında 300 ayet inzal oldu”  hadisini. 12 yaşındaki bir çocuk olan   Abdûllah ibni Abbas’ın adını kullanmışlardır! Oysa o yaşta bunu bilmesi mümkün değildir. Bütün bu uydurmaların her hangi bir teste tabii tutulmaması içinde,  sözlerin altına da imamın ismini, yada kendilerince güvenilir bulduklarının isimlerini  koymuşlardır!   Şii itikadına göre; İmamların söylediği sözler eleştiri yada  itiraz edilemezler!. Çünkü İmamet inancının temelinde, imamlar vasıtasız  vahiy alırlar! Söyledikleri vahiy mesabesindedir! Bunlar Peygamberlerin çoğundan üstündürler!  Onlar yanılmazlar! Gaybı bilirler! Hatta ölecekleri vakti bile kendileri tayin ederler! Şia’nın ehli sünnetten farklı itikadında imamet dışında takiye ve adalet inançları mevcuttur. Bunlarla birlikte şia da mehdi/ mesih inacı da olmazsa olmazların arasındadır. Yani Müslüman olabilmek için bunlara da iman etmeniz gerekecektir. Kader inancı ehli sünnetteki gibi imanın bir esası sayılmamıştır. Bu konuyu derinlemesine öğrenmek isteyenler aşağıdaki sayfaya bakabilirler. https://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/12/siai-siyasiyenin-dinsellestirilmesi-ve.html
Muhalefeti temsil edenlerde iktidardakiler gibi,  kendilerini haklı çıkarmak için, özellikle Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi ardından  hem Kuran’ı hem de Allah resulünü kendi istikametleri üzerine  konuşturmuştur!. Ama bu fitnenin başlangıcını iktidar ve ortakları başlatmış, büyük bir ormana sönmeyecek bir yangını miras bırakmışlardır! Güce karşı zayıf olan muhalefet de,  meselenin içinde olan yada olmayanı kendisi gibi düşünmeyen herkesi iktidarın zulmüne ortak etmiş, sürekli nefreti ve kini canlı tutup yezit saymıştır!   Bu anlayış yeni nesillere dini bir miras olarak kalmış ehli sünnet yada şii olma yada olmama tezahürü istismar aracı olarak sürdürüle gelmiştir!. Ehli sünnet dünyasındaki bir kısım alimler sünni dünyasındaki  yanlışları söylemeye kalkınca  şii diye suçlanırken, şii dünyasından da Ali Şeriatı, Ahmet El Katip gibiler hain ve sünni dönek olarak suçlanmış, Ali şeriatı şehit edilmiş diğeri de İran’ı terk ederek canını kurtarmıştır! Meselenin arka planına bakmadan atadan cevreden gelen inançları din edinenler, araştırmayıp her öğrendiği şeyi peşinen doğru kabul edenler, aklını kullanmadan inanlar,  hakikatin içinde doğduğuna inanarak kendilerini  o kadar şanslı sayarlar ki,   bir nevi züğürt tesellisi ile  ölüm saatine kadar avunurlar!.. Ya Sonra!..?