EHLİ SÜNNET ve
ŞİA KAVRAMLARI;
en çok istismara uğrayan, çatı konumunda
olup, içlerinde çok farklı görüşleri barındıran, başlangıcındaki amacından saptırılmış sloganik
kavramlardır!
İslam toplumları
genelinde ehlisünnet denilince; Allah’ın emirleri ve peygamberin sünnetini,
sahabenin anladığı şekilde aynen inanma ve uygulanma bicimi olarak
algılanmakta! Bu görüşe katılmayanlara da, ehlisünnet ve peygamber düşmanı ilan edilmekte! Oysa maziye
baktığımızda hiçbir islam geleneğinin Kuran’ı ve resulü inkar ettiği
görülmemiştir. Her grup bu ilkelere uygun olduklarını iddia ederler! Nedeni
Allah’ın emirleri ve peygamberin örnekliği zaten Kuran’ın emri imanın gereğidir
de ondan. Konuyu enine boyuna
anlayabilmek için, Ehli sünnet kavramı ne zaman kullanılmaya başlandığı, itikat
konusundaki çelişkileri, kime yada kimlere karşı çıktığı altının kimler
tarafından doldurulduğu konusunu da anlamak gerek. Allah resulü sonrası, bu tip
yapılanmaların başında Şia çıkmıştır! Şia taraftar demektir. Şia islam
toplumunda ilk defa Osman’ın şiası olarak dillendirilmekte idi. Daha sonra Ali nin şiası. Yani Osman’ı yada Ali
yi seven ve tarafını tutan olarak
anılmakta idi. Halifeye karşı sıffin savaşını gerçekleştiren Muaviye, içinde
sahabenin de olduğu 70 bin kişinin öldürülmesini sağlamış, yenilgi aşamasında
Kuran sayfalarını mızrak uçlarına taktırarak yenilgiden kurtulmuş, bunun sonucu
da islamda Haricilik denilen bir akımın
bir kopuşun doğuşuna sebebi olmuştur! Haricilik; Kuran bütünlüğüne bakmadan, parçacı yaklaşımlarla
Allah resulü örnekliğini uygulamasına ihtiyaç duymadan doğrudan kelime
üzerinden Kuran’ı yorumlama mantığını kullanan grubun görüşüdür!. Şialık ise; Ali taraftarı
olarak bilinen küçük grup iken, Muaviyenin, bir takım oyunlar tuzaklar ve
hileler sayesinde halifeliği gasp edip, sultanlığı getirmesiyle siyasallaşmış,
iktidar hakkının İmam Ali’de olduğu, bunun Allah tarafından tayin edildiği,
bunun arkasında durmayan sahabenin de çoğunun haktan uzaklaştığı teziyle, muhalefeti
şia adı ile temsil etmeye başlayan daha büyük bir kopuşun adıdır!. O dönemlerde mescitler; toplumun
ihtiyaçlarına yönelik kullanılan meclisi, eğitim yuvası, yardımlaşmanın ve ibadetin
yapıldığı tek yer idi. Hz. Ali sonrası,
halifeliği gasp edip saltanata çeviren Muaviye, Ali korkusunu, geçmişin intikam
duygusunu bir türlü üzerinden
atmamış olmalı ki, Ali ve çocuklarının aleyhine mescitlerde aşağılama hakaret
ve küfürler ettirmeye başlamıştır! O günlerde Cuma Hutbesi Cuma namazı arkasından yapılmakta, hastaların, ihtiyaç sahiplerinin, devletin
sorunlarının dinde yetersiz kalanların
ihtiyaçlarına yönelik uzun uzun hutbeler oluşturulurdu. Hutbede Aliye küfür
duymak istemeyenler, Cuma namazından sonra mescitleri terk etmeye başladı.
Yönetim, propagandasının devamını sağlamak için
hutbeyi Cuma namazı öncesine aldı. Bu sefer küfür ve hakaret dinlemek
istemeyenler mescitlere gitmemeye başladı. Dinin öğrendiği tek yerin siyasete
alet edilmesi yüzünden insanlar dinini öğrenmekten bir şekilde men edilmiş oldu!.
Yeni Müslüman olanlar, genç nesiller
kendi dinlerinin adını biliyor ama, içeriğinden bi haber olmaya
başladılar. Bu zulüm sayesinde azda olsa namazsız Müslümanlık doğdu. Aliyi
sevenlerin bir kısmı dini ihtiyaçlarını ibadetlerini İslam’ı ölçülerde değil de
kendi kültürleri çerçevesinde yapmaya, bunun doğruluğuna yönelikte argümanlar
üretmeye başladılar. Siyasi olarak ortaya çıkan haricilik ve Şia ya karşı,
özellikle batılı felsefecilerin kitaplarının
cevirisi ile Mürcie, kaderiyecilik, cebriye mutezile gibi onlarca farklı
anlayışlar türedi. Bunlardan en güçlü olanları Şia ve mutezile idi. Mutezile
iktidarın Kuran dışı uydurduğu kader anlayışına karşı aklı ve vahyi önceleyen
bir anlayış olarak ortaya çıktı. Her anlayış makulün yanında kendi konumlarına
göre aşırılıkları da beraberinde dinselleştirmeye başladı. Dini anlamda tüm
aşırılıkların önünü keserek orta yolu oluşturmak, siyasi olarak da Şia nın,
sahabeye düşmanlığına karşı ortak zemin oluşturmak için bütün grupları içine
alacak kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan, çatı bir anlayış olarak Ahmet Bin
Hanbel ve İmam Şafi görüşleri alt yapısında Ehli Sünnet anlayışı
çıkmıştır.
Ehli sünnet kavramı;
her ne kadar iyi niyetlerle oluşturulduğu iddia edilse de, Hadis Usulü
alimlerinin Ehl-i Sünnet akaidine uymayarak yeni itikat esasları üretmişlerdir! Kûr’an-ı Kerim’in medh ettiği sahabe
Mekke’nin fethinden önce Müslüman olup
malı ve canı ile bedel ödeyen Allah
resulünce övülen sahabe olarak adlandırılan
zümre olmasına rağmen, onların içine fetihten sonra hiçbir zorluk
görmeden Müslüman olmuş peygamberin yüzünü gören vahşinin de içinde bulunduğu hazıra konmuşları da sahabe saymışlardır!
Mesela;
Müslümanların
Hicaz’da mutlak hakim olması ile Medineli münafıklar da harplere iştirak
etmeye başlamış, ganimetten pay almak istemiştir. Oysa, Rasûlü Ekrem’i
Huneyn’de tenkit edenler bunlardı!. Hicaz’dan bedevi kabileler Allah Rasûlünün
pazusunu güçlendirdiğini söyleyerek, minnet altına almak istemişlerdir!. Bu
baldırı çıplak çöl Arapları sürekli harp ganimetlerinin peşinde koştular. Osman
bin Affan’ı şehit eden harici zihniyetin tabanını bunlar oluşturmuştu! Bölgenin tamamen Müslümanların elinde
olmasından istifade etmek için fırsat kollayan Mekkeliler aradıkları fırsatı
halifeler devrinde bulmuşlar, Ümeyye oğulları adım adım saltanatın alt yapısını
kurmuşlardır.! Onları deviren Abbas oğulları da onlardan farklı olmamışlardır!
Bu üç kesimi bir birinden ayırt etmeden, Sahabenin tamamının adil olduğu, rivayet ettiği hadis konusunda yalan
söylemeyeceği ve yanlış yapmayacağını
ilke edinilmiştir! Ehlibeyti de sahabe içinde sayarak iktidar hakkının ilk
dört halife sıralamadaki gibi olmasının itirazsız kabulü
ile dört halifeden sonra iktidar sahipleri zalim de olsa ona baş
kaldırılmamasını ilke edindiler! Bu ilkeler ışığında bunları doğrulayacak
ayetler aranmış, bir kelime dahi bulunsa ilişkilendirilmiş, bulunmayan
alanlarda da rivayetler uydurulmuştur! .
Kısaca ehli sünnet adı, bazı zamanlarda
bazılarınca birilerinin siyasi malzemesi olmuş, zalime karşı baş kaldırmayıp
susmayı, liyakat ve ehliyeti
görmezlikten gelerek babadan oğula yada damadı, yakınlarını iş başına
getirmeyi, zalimlere yol açmak için temel ilkelerde hileyi şerieye yol vermeyi,
maslahata uygun davranmayı, maslahat adına adaletsizliğin meşrulaştırıldığı,
nice nice ana çizgilerden uzaklaşmanın bir
takım gerekçelerle dinle uyumlu hale getirildiği kavramın adı olarak da
kullanılmıştır. Bir noktada mevcut siyasi anlayışın
uygulamaları dinsel bir zemine oturtmuş, ehlisünnet, iktidarın çirkinliklerine
örtü olarak kullanılmıştır! Ehli sünnet kavramının altı daha ziyade hadis
ehlinin topladığı hadislerin kitaplaştırmasıyla doldurulmaya başlamıştır.! Bunlar
yetmemiş gibi, o zamana kadar bidat ehli olarak bilinen tasavvuf akımının
İmam Gazali etkisi ile Ehli Sünnetin içine dahil edilmesiyle birlikte bu
anlayış yamalı bir bohçaya dönüşüp amacından iyice saptırılmıştır! İlim dünyevi
ve uhrevi olarak ikiye bölünmüş, müspet ilim terk edilip, düşünme akıl etme bir kenara atılmıştır! Bu
akımın sihirli ve kolay cennet vadi insanları büyülemiş, evliya kerametleri ve tasarruflarına
efsunlananlar Kuran’ı anlamayı bırakıp ütopyanın peşine düşmüşlerdir !. Bugün ehli sünnet dünyasında bir değil
yüzlerce ehli sünnet inancı vardır! Her biri kendini hak diğerini öteki görüp
batıl olduğuna inanmaktadır!
Ehli sünnetin kuruluş ilkeleri
ile, bugün geldiği nokta arasındaki farkları dini belli görüşlerin sınırına
hapsedip idelojiye dönüştüren kitaplarda,
toplumu uyutmak için hazırlanan vaaz kitaplarında, dinden para kazanmak
amaçlı yazılan hikaye ve destan içeren kitaplarda bulamazsınız! Kabul edilsin
yada edilmesin bunlar masal değildir! islam tarihini ve rivayetleri
incelediğinde bu gerçeklerle yüzleşebilirsiz! Nice yüzleşenler olmasına
rağmen, toplumdan dışlanmamak, müşrik
ehlinden, küfür hakaret duymamak için susmaktalar! Susturulmaktalar!! En kısa
şekli ile bugünkü halimiz, durumumuz budur!
Tahkik eden eder, etmeyen taklitte kalır!
ŞİİLİKTE İTİKATANLAYIŞI İLE EHLİ SÜNNET İLE FARKLILIKLARI
NELERDİR?
Hz. Ali sonrası muhalefet konumunda olan şia, onun
devamı bugünkü Şİİ’lik anlayışı ne gibi evrelerden geçtiğine bakacak olursak; Tarihin hangi sayfasında insanoğlu iman ettiği
hakıkatin arkasında durabilmiş, bozulmaya karşı kendini koruyabilmiş ki!..? Masum
Ali taraftarlığı olarak başlayan şia, zamanla siyasallaşmış, karşıtları gibi
siyasetine uygun dini argümanlar geliştirerek tarihteki yerini almış
anlayışlardan birisidir. Şunu kesin olarak söylemek gerekir ki, peygamber
torunlarının mevcut siyasete karşı
olmalarının sebebi, iktidar hakkının
kendilerine ait olduklarına inanmalarına rağmen, dertleri kan dökerek, fitne
çıkartarak bu hakkı elde etmek değil, İslam
üzerinde yapılan ameliyatlara, bozulan, uydurulan, sonradan katılan hurafelerin
dinselleştirilmesinedir. Bu konuda imamı azamın da destek verdiği
bugünkü Zeydilerin lideri İmamı Zeyt örneği çok önemlidir! Hz. Ebu Bekir ve
Ömer aleyhine kötü söz söylememesi yüzünden, şialıkta söz sahibi komutanlar
İmamı Zeyd’e” “Biz Ebu bekir ve Ömer’i kötüleyen başka ehlibeytin arkasından
gideriz” diyerek onu terk ederek, Emevilerle
yaptığı savaşta yenilmesine ve şehit edilmesine sebep olmuşlardır. http://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/12/u_05.html
Tevhidi anlayış bakımından ehlibeyt ile imamı azam
arasında her hangi bir fikir ayrılığı da söz konusu değildir. Bunu nerden
anlıyoruz bugün ehlisünnet dünyasında sayısız konularda imam Cafer’in içtihatlarına
atıfta bulunulur. Kalkışma
hareketlerinde, Şiilik ideolojisinin oluşturulmasında ehlibeyt mensuplarının
fazla bir etkisi yoktur. Ancak bu işi gerçekleştirenler, ehlibeyt mensuplarının
kişiliklerinin arkasına saklanan siyasi ikbal peşinde olanlar ise, ehlibeyt
gölgesi arkasında kendi siyasetlerini gütmüş, olumlu yada olumsuz yaptıkları
eylemleri ehlibeyt adına yaptıklarını iddia etmişlerdir! Bu anlayışın arkasında
duranlar iddialarına delil teşkil etmesi bakımından imamlar adına binlerce
rivayet uydurmuşlardır!. Şunu da hemen söylemek gerekir ki, imamı azamla bugünkü Hanefiliğin de çok benzer yönü kalmamıştır! tıpkı bugünkü Şiilik anlayışı ile İmamların görüşleri arasında pek bir benzerlik olmadığı gibi!
Mesela; Emevi devrinde Mekke’de
hilafetini ilan eden Abdûllah ibni Zûbeyr’e karşı “fitne döneminde Şam’da toplanın” !. hadisini
Zeyd bin Sabit’in vavih katipliği referans gösterilerek onun adı kullanılarak
uydurulmuştur! Bir başka örnek “Ali bin
Ebû Talib hakkında 300 ayet inzal oldu” hadisini. 12 yaşındaki bir çocuk olan Abdûllah ibni Abbas’ın adını kullanmışlardır!
Oysa o yaşta bunu bilmesi mümkün değildir. Bütün bu uydurmaların her hangi bir
teste tabii tutulmaması içinde, sözlerin
altına da imamın ismini, yada kendilerince güvenilir bulduklarının isimlerini koymuşlardır! Şii
itikadına göre; İmamların söylediği sözler eleştiri yada itiraz edilemezler!. Çünkü İmamet inancının
temelinde, imamlar vasıtasız vahiy
alırlar! Söyledikleri vahiy mesabesindedir! Bunlar Peygamberlerin çoğundan
üstündürler! Onlar yanılmazlar! Gaybı
bilirler! Hatta ölecekleri vakti bile kendileri tayin ederler! Şia’nın ehli sünnetten
farklı itikadında imamet dışında takiye ve adalet inançları mevcuttur. Bunlarla
birlikte şia da mehdi/ mesih inacı da olmazsa olmazların arasındadır. Yani
Müslüman olabilmek için bunlara da iman etmeniz gerekecektir. Kader inancı ehli
sünnetteki gibi imanın bir esası sayılmamıştır. Bu konuyu derinlemesine
öğrenmek isteyenler aşağıdaki sayfaya bakabilirler. https://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/12/siai-siyasiyenin-dinsellestirilmesi-ve.html
Muhalefeti temsil edenlerde
iktidardakiler gibi, kendilerini haklı
çıkarmak için, özellikle Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi ardından hem Kuran’ı hem de Allah resulünü kendi
istikametleri üzerine konuşturmuştur!. Ama
bu fitnenin başlangıcını iktidar ve ortakları başlatmış, büyük bir ormana
sönmeyecek bir yangını miras bırakmışlardır! Güce karşı zayıf olan muhalefet
de, meselenin içinde olan yada olmayanı
kendisi gibi düşünmeyen herkesi iktidarın zulmüne ortak etmiş, sürekli nefreti
ve kini canlı tutup yezit saymıştır! Bu
anlayış yeni nesillere dini bir miras olarak kalmış ehli sünnet yada şii olma
yada olmama tezahürü istismar aracı olarak sürdürüle gelmiştir!. Ehli sünnet
dünyasındaki bir kısım alimler sünni dünyasındaki yanlışları söylemeye kalkınca şii diye suçlanırken, şii dünyasından da Ali
Şeriatı, Ahmet El Katip gibiler hain ve sünni dönek olarak suçlanmış, Ali
şeriatı şehit edilmiş diğeri de İran’ı terk ederek canını kurtarmıştır! Meselenin
arka planına bakmadan atadan cevreden gelen inançları din edinenler,
araştırmayıp her öğrendiği şeyi peşinen doğru kabul edenler, aklını kullanmadan
inanlar, hakikatin içinde doğduğuna
inanarak kendilerini o kadar şanslı sayarlar ki, bir
nevi züğürt tesellisi ile ölüm saatine
kadar avunurlar!.. Ya Sonra!..?