MUAVİYE VE DOSTLARI
ARASINDAKİ BAZI ANEKTOTLAR
mutavvıf
bin muğayre bin şu'be der ki: Babam Muğayre ile
birlikte Muaviye'nin yanına gittim. Babam her zaman onunla konuşup müşavere
eder ve Muaviye'nin şuur ve kurnazlığını bana anlatıp şaşırırdı. Bir gece
babamı üzüntülü gördüm. Akşam yemeğini dahi yemedi. Aradan biraz geçti. Bir ara
bizim yaptıklarımıza üzülebileceğini düşünerek:
- "Babacığım, niçin bu gece üzgünsünüz? Sizi
üzen bir durum mu var?" dedim.
- "Oğlum! İnsanların en kötüsünün yanından
geliyorum. " dedi.
- "Kimdir o?" diye sorunca şöyle dedi:
- "Muaviye ile yalnız kaldığımda ona dedim ki:
"Ey Müminlerin Emiri! Sen artık hedefine ulaşmışsın. Ayrıca yaşlanmışsın
da. Artık adalet göster, hayır işlerde bulun.
Akrabaların olan Haşim Oğullarına karşı biraz iyi
davran. Onlar hakkında akrabalık hakkını gözet. Vallahi artık onların seni
korkutacak bir şeyleri yoktur. Bunun anısı ve sevabı sana kalacaktır."
Bunun üzerine Muaviye bana dedi ki: "Asla,
asla! Ben hiçbir ödül ve sevap istemiyorum. "Teym" kabilesinden olan
(Ebu Bekir) hüküm sürdü, adaletle davrandı ve yaptığını yaptı; ama ölmesiyle
adı şanı da silinip gitti. Biri kalkıp adını anarsa, o başka. "Adiy"
kabilesinden olan (Ömer), on yıl hüküm sürdü, çalışıp çabaladı; ama ölür ölmez
adı da yok oldu. Biri kalkıp adını anarsa, o başka. Sonra kardeşimiz Osman
halife oldu. Her açıdan eşsiz olan o da, istediklerini yaptı; onlar da
istedikleri her şeyi onun başına getirdiler. Vallahi o da ölünce, adı da,
başına gelenler de unutuldu gitti. Ama Haşim Oğullarından olan Muhammed’in adı
her gün beş kez anılarak; "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah"
denilmektedir. Anan sana ağıt yaksın, bu varken bana ne ad, ne şan kalır ki?!
Ama andolsun Allah'a, bu adı mutlaka toprağa gömeceğim!" (Zemahşeri, Rebi'ul-Ebrar, c. 3, s. 551, Bab'ul-Karabat ve'l-
Ensab; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 1, s. 336.)
Allah ve Resulünün ilk düşmanı olan dedesi Ebu
Süfyan ise açıkça şöyle ilan etmişti: "Ey Ümeyye Oğulları! Hilafeti tıpkı
bir top gibi birbirinize pas verin. Ebu' Süfyan'ın yemin ettiğine andolsun ki,
ne cennet vardır, ne de cehennem."
Allah ve Resulünün ikinci düşmanı olan Muaviye ise
ezanda "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah" cümlesini duyunca şöyle
diyordu: "Anan sana ağıt yaksın, bu varken benim adım mı anılır?! Bu adı
mutlaka defnedeceğim!"( Belazun, Ensab'ul-Eşraf, c. 4, 2. Bölüm, s.30-42;
Lisan'ul- Mizan, c. 6, s. 294; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 217 - 221.)
Muaviye , hz. Muhammed’in sünnetini değiştirmiştir.
Bunu şüphesiz bir şekilde aktaran bazı muteber sünnü alimleri şunlardır:
Muhammed ibin
İdris el-Şafii, Şafii mezhebin imamı, “ Kitab’ul- Umm “ adlı kitabında ; c: 1,
s: 224, 229, 269 / c: 2, s: 72-73 / c: 7, s: 247-248, 339. Şafii “ Musned “
adlı kitabında da Muaviye’nin hz. Muhammed’in sünnetini değiştirdiyini
aktarmıştır; s: 35-36, 66, 76, 93, 242-243.
MUAVİYENİN EHLİBEYTE KÜFÜRLERİ
İbn-i Esir şöyle yazıyor:
"Muaviye her kunut duasında Ali'ye, İbn-i Abbas'a, Hasan'a, Hüseyin'e ve
Malik Eşter'e lânet ediyordu."(En-Nesayih'ul-Kâfiye, İbn-i Akil, s.19-20)
Muaviye mimberde Hz.Ali'ye lanet okudu
ve bütün valilerine de ona lanet okumalarını emretti. Peygamberin zevcesi Ümmü
Seleme, Muaviye'ye mektup yazarak şöyle dedi : Siz mimberde Hz. Ali'ye ve onu
seven herkese lanet ettiğiniz için Allah ve resulüne küfrediyorsunuz. Ben,
Allah ve Resulünün Hz.Ali'yi sevdiğine şehadet ediyorum. Ama Muaviye onun
sözlerini dinlemedi.( İbn-i Abdurabbih'in "İkd'ül Ferid" kitabı c.4,
s.366)
Muaviye bununla yetinmemiş ve bizzat kendisi
Cuma hutbesinde halka şöyle hitap etmişti:
“ Ey Allah’ım ! Ebu Turap (Hz Ali as
in lakabidir) senin dinini bozdu ve insanları senin yolundan alıkoydu ! Çok
ağır lanetini onun üzerine kıl ve çok ağır bir azapla onu azaplandır ! “
Muaviye bu hutbesini yazdırarak bütün
valiliklere gönderdi ve minberlerin üzerinden bu hutbe okunuyordu.
Muaviye’nin çevresi ona demişlerdi ki:
“ Ey müminlerin emiri ! Sen artık
emeline ulaştın ! Keşke bu adama (Hz. Ali’ye) lanet etmeyi bıraksaydın !?”
Muaviye onlara dedi ki:
“ Allah’a yemin olsun, ta ki yaşlılar
bu lanet edişin üzerinde ölene, yaşça küçük olanlar da bu lanet edilişin
üzerinde büyüyene kadar ve onu (Hz. Ali’yi) hiç bir kişi hayır içinde anmayana
dek asla bu lanet işinden vaz geçmeyeceğim !!!”
Muteber olan sünnü alimi Carullah
Mahmud bin ‘Umar el-Zamahşeri (vefatı 538 hicri) ve Celaluddin el-Suyuti’nin
(vefatı 911 hicri) beyanlarına göre, Muaviye’nin emri üzerine Emevilerin
zamanında 70 bin mimberin üzerinden hz. Ali’ye lanet ediliyordu.
Yezid’e veliaht olarak beyat alabilmek için yaklaşık
yedi yıl uğraşmış; bu süre zarfında müsait ortamı hazırlamak için valileriyle
birlikte dört koldan faaliyetlere girişmiştir. Yezid’in imajını tazelemek
uğruna onu cihada göndermesi, yine itibar kazanması için onu hac emirliği ve
Bizans seferi ile görevlendirmesi, halkın gönlünü kazanmak, şair ve hatipleri
tarafına çekmek gibi çeşitli sebeplerle cömertçe para dağıtması (İbn Sa’d,
et-Tabakât, IV, 182.) farklı şehirlerden gelen heyetleri ikna görüşmeleri(İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 153, 157; Taberî, Tarih, V, 301-307; İbnü’l-Esîr, el- Kâmil,
III, 349-350.) onu hedefine ulaştıran hesaplı adımlar olmuştur. Nitekim
Muaviye, siyasî hayatta ilerlemenin temel yöntemi olarak gördüğü ve uygulamalı
olarak benimsediği tedricî yaklaşımı, meşhur bir sözünde şöyle ifade etmiştir:
“Paranın iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca,
kırbacın iş gördüğü yerde kılıca gerek yoktur. Son çare olarak kılıca
başvurulur.”( Belâzurî, Ensab, IV, 21; Ya’kûbî, Tarih, II, 238; İbn
Abdirabbih, el-İkd, I, 25 )
Muaviye oğlu yezidi iktidara getirmek için olmadık
numaralar ve entrikalar çevirmiştir. Mesela biat alamadığı Hicaz engelini aşmak
için Hicri 56 yılında Medine’ye gitti. Medine’de halkın itibar ettiği İbn
Abbas, İbn Ömer gibi âlimlerin yanı sıra İbn Zübeyr gibi siyasi şahsiyetleri
ikna edemeyince, onları Şam askerleriyle, hatta kafalarını uçurmakla tehdit
etti ve sonra da silahla biate zorladı. Muâviye, Yezîd’e biat etmede muhalif
olanlara o kadar baskı uyguladı ki, en sonunda bu durumdan rahatsız olan Hz.
Aişe bile Muâviye’yi uyarma gereğini duymuştur.
Muaviye Kısacası, iktidar biat konusunda halka iki
seçenek sunuyordu; ya biat edilecek, ya da cezaya maruz kalınacaktı. Örneğin;
biat etmek istemeyen ama öldürülmekten de korkan Câbir b. Abdullah, bu ikilem
karşısında kendisine yol göstermesi için Hz. Peygamber’in hanımı olan Ümmü
Seleme’ye danışmıştır. Abdurrahman b. Ebibekr gibi bazı ileri gelenler,
beğenmedikleri halife adayına biat etmeyeceklerini açıkça söylerken, bazıları da
korkudan biat ediyorlardı. Biattan kaçanlar iktidar tarafından sürekli rahatsız
ediliyordu. Örneğin; Muâviye, Yezîd’e biatı temin amacıyla çağırdığı Basra
temsilcisi el-Ahnef b. Kays’ın hep suskun durduğunu görünce, “Kays sen neden
biat hakkında konuşmuyorsun?” diye sordu. Kays şu cevabı verdi: ‘Doğruyu
söylersek senden, yalan söylersek Allah’tan korkuyoruz.’
Kaynakça
Ahmed b. Hanbel, Müsned, I-VI, İstanbul, 1982.
Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasî Hadiselerin
Kelamî Problemlere
Etkileri, İstanbul, 1992.
Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul, 1991.
Apak, Adem, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs,
Ankara, 2001.
…….., Anahatlarıyla İslâm Tarihi-3 [Emeviler
Dönemi], İstanbul, 2008.
Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebi
Süfyan, Ankara,
2001.
………, “Muaviye b. Ebu Süfyan”, DİA, c. XXX, s.
332-334.
………, İrfan - Sarıçam, İbrahim, Emevîler, Ankara,
1993.
Belâzurî, Ensâb, IV, (thk. İhsan Abbas), Beyrut,
1979,
…………, Futûhu’l-Büldân, (thk. Rıdvan Muhammed
Rıdvan), Beyrut,
1983.
Cahız, el-Beyân ve’t-Tebyîn, (thk. A. Muhammed
Harun), I-IV, Kahire,
1948.
Demircan Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul, 2002.
Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, (thk. Ömer Faruk
Tübba), Lübnan-
Beyrut, ts.
Dural, Osman Nuri, Muaviye b. Ebî Süfyan’a
Yöneltilen Eleştiriler,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), S.Ü.S.B.E., Konya,
2007.
Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar fi Tarihi’l-Beşer, I-IV,
İstanbul, 1286.
Gadban, Münir Muhammed, Muaviye b. Ebâ Süfyan,
Dımaşk, 1980.