İSLAM DÜNYASINDA HUMEYNİYE NİCİN TEVECCÜH EDİLDİ!
Humeyni’nin Şah rejiminin direncini kırarak yıllar
süren sürgün hayatını bitirip büyük bir gösteri ile ülkesine dönmesi ve
halkının büyük coşkusuyla karşılanması bütün İslam âlemini etkilemiş, ilk
söylemleri ve mesajları Müslümanlar arasında büyük sempati toplamıştı.
Yüzyıllardır içine kapanık bir halde kurtarıcı bekleyen şia, tarihinde bir
kıpırdanma görünüyordu! Bu kıpırdama, iktidar sahiplerinde stres ve korku
uyandırsa da islam dünyasında mezhepsel
ayrılıkları aşarak, bütünü etkilemiş
İslam toplumlarına liderlik edeceği umudunu uyandırmıştı. Zira islam toplumları tam bir umutsuzluk ve
çaresizlik içinde idi!
İslam düşmanlarının İslam’a bakışı ve yok etmek
üzere geliştirdikleri stratejiler karşısında
İslam ülkeleri yorgun bitkin, fakir kendi içlerinde bir biriyle sorun
yaşar halde idiler. Böyle bir ortam Humeyni nin arkasında ABD olan şahı
devirmesi, tevhidi esas alarak birleştirici konuşmalar yapması, umutsuz halklarda çok farklı beklentiler uyanmasına neden
olmuştu.. Humeyni ye kısa zamanda Müslüman halkların bu kadar güven duymaya
başlaması, yerlerde sürünen İslam bayrağını
yükseklere taşımaya namzet bir lider olarak algılamasının geçerli başka
sebepleri de vardı.
Hz Peygamberle
bir medeniyet oluşturan
toplum, daha ilk yüzyıl
içinde iktidar kimin olmalı kavgaları
yüzünden büyük kırılma yaşamış aile kavgaları,
kavmiyetçiliği asabiyeti hortlatmış, bu kavgalarda taraf olanlar kendi
haklılıklarını ispatlamak için Kuran’ı konuşturmuşlar, yeterli olmayan alanlarda
da rivayet uydurarak rahmete kavuşmuş peygamberi konuşturarak toplumu Sünni ve Şia adı ile ikiye bölebilme
başarısını elde etmişlerdi! Buna rağmen islamı özümseyen kafalar insanlığa
çeşitli ilim dallarında katma değer üretmeye başlamışlar ama bunu uzun
sürdürememişlerdir! Nedeni; ilmi dünyevi
ve uhrevi adı ile ikiye bölen, ağırlığı da uhrevi yöne çeviren yeni kafaların
yönetimleri etkilemesi!!... Eğitim kurumlarında söz sahibi olması! Nedenselliği, sorgulamayı terk edip, işi
şekle görüntüye döken islam toplumu son iki asır batı toplumlarının bir hayli
arkasında kalmaya bir nevi kendi kendini
mahkum etmişti. Gerileme burada
kalmamış, emperyalist güçlerin tahriki ve saldırıları karşısında parçalanarak devlet ya da devletçiklere
dönüşmüşlerdi! Bu ülke yönetimlerinin İslam’a bakış tarzının bir çoğu toplum
dini anlayışını küçümseyip seküler bir bakış tarzı geliştirmiş, Kendi dini ve
vatandaşı ile savaş halinde. Diğer bir kısmı da İslam’ı uyguluyorum adı ile
islama yamanmış hurafe ve yalanlarla, yönetimlerini güçlü tutma adına
geliştirilen rivayetlerle toplumu
uyutup avutmakta idiler. Gerek seküler anlayışla gerekse din adına
ülkelerini yönetiyor olanlar; topluma karşı
acımasız diktatörleşmiş, adaletsizlik, hukuksuzluğu ayyuka çıkarmış
yapılardan oluşmakta idi!. Toplumlarda açlık, sefalet, her geçen gün artan
ahlaksızlık kol geziyordu!
İslam ülkelerinin hepsi emperyalist batılıların
güdümünde ve dış siyasette, iç siyasetin birçok alanında özelliklede ekonomi de
esiri halinde idiler.
Bu atmosfer içinde İran’ın durumu da diğerlerinden daha
iyi değil, hatta daha kötü idi! Bir birinden çok farklı inanç ve ideolojilere
sahip muhalifler, şah yönetiminden nemalananlar, emperyalist güçlerin
emelleri!...
Humeyni nin çıkışı insanların umudunu tamamen
yitirmiş bir ortama rastlamıştı! Bu gerçeğin ışığında sünni toplumlarının
siyaseten Humeyni yi desteklememek gibi bir lüksü yok görünüyordu!.
Humeyni nin tevhit merkezli birleştirici söylemleri
ona karşı sevgi ve muhabbeti artırmış, farklılıkları fark etmek yerine
ortakların belirginleşmesi herkes tarafından söylenmese de benimsenmiş
görünüyordu. Humeynî'nin devrimini Sünnîler de destekliyorlar; ümmete zulüm söz
konusu olduğunda mezhep farkını gözetmiyor, ümmet bilinci ile hareket
ediyorlar. O tarihte Sünnîlerin lideri Ahmed Müftîzâde isimli bir âlim.
Bu sempati ta ki Humeyni nin icraatlarının ortaya
çıkmasına bir nevi iran anayasasının yayınlanmasına kadar sürdü!
İran İslam Cumhuriyeti'nin anayasası hazırlanırken 13. Madde “İran'ın
resmi mezhebi İslam ve isnâ-aşerî şîîliğidir” şeklinde düzenleniyor. Müftizâde
buna itiraz ediyor, “ümmeti bölmeyelim, mezhepçilik yapmayalım, İslam diyelim…”
diyorsa da ona kulak asan kimse olmuyordu!
Böylece mezhebi dinin önüne çıkartma geleneği daha da güçlenmiş
oluyordu! Halbuki ümmet mezhepçilik girdabına düşmese daha iyi
olmaz mıydı! itikadı mezheplerin
mensupları düşmanı bırakıp birbirini kırmasalardı, her grup mezhebini yaşasa
ama ümmet ve İslam söz konusu olduğunda birlik olsalardı!
Humeynî Necef'te iken onunla irtibata geçen
Müftîzâde'ye devrim başarılı olduğu takdirde adalet ve eşitlik esasına dayalı
bir İslam devleti sözü veriyor, devrim başarılı olup İran'a geldiğinde onu
karşılayanların önünde Müftizade var, Humeynî'den sonra ikinci konuşmayı da o
yapıyor, konuşmasında halkı İslam devletinin kurulmasına ve mezhepçiliğin terk
edilmesine çağırıyor, işte o konuşmadan itibaren yol arkadaşlarına zulüm ve
baskı artarak devam ediyor, Sünnîlere verilen sözler ne yazık ki unutuluyor!
İslam toplumlarında, Tevhitte birleşme umudu bir
daha yanmamak üzere sönmüş söndürülmüştü!.. Bir çok aydın ve Humeyni
sempatizanı ilk etapta buna inanmak istemedi. Toplum baskısı ile anayasaya böyle geçmiş olsa da fiillerin
farklı olabileceğini, beklenip görülmesi gerektiğini düşünenler oldu!
Emperyalist güçlerin çıkardığı ırak İran savaşında İran’a destek olmak
savaşmak üzere islam ülkelerinden
gidenler oldu. Onların bir çoğu orda telef oldu. Sağ dönüp hatıralarını
yazanlardan edinilen bilgilere göre yeni yönetim anlayışının katı şia anlayışının
yeni tezahüründen başka bir şey değildi!
İslam ülkelerindeki
ulusçuluk, mezhepçilik ve ırkçılık belasından kurtulmadıkça, ümmet ortak
düşmanlarına karşı birlik olmadıkça İslam dünyası mağdur ve mazlum olmaya devam
edecektir.
Humeyni devrim sonrası, İrancılığı ve milliyetçiliği yeren, buna
mukabil İslamcılığı ve ümmetçiliği ön plana çıkaran sözlerine artık rastlanmaz
olmuştu!. Aksine Safevicilik tartışmaları büyük bir yaygınlık
kazanmış ve Yeni Safeviciliğin teorisyeni olarak görülebilecek Cevad Tabatabai
ve benzeri isimlerin devlet kontrolündeki basında görünürlükleri ve
etkinlikleri ciddi biçimde artmıştır. Hatta bu zat’ın yazdığı Kuran tefsirini,
şianın beklediği son imamın, emri ve yardımı ile yazdığı hurafesinin toplum
tarafından büyük bir heyecanla alındığı görülüyordu!
Humeynî'nin Kum'daki evinde Müftîzade ile aralarında
geçen şu konuşmayı orada bulunan Sünnî alim Abdurrahim Bülûşî nakletmiştir:
-Humeynî, sen bana bir İslam Cumhuriyeti sözü verdin
fakat Safevî bir Şîî cumhuriyet getirdin, inancım sana silah çekmeye manidir,
lakin siyaset meydanında sana karşı savaşacağım.
-(Humeynî muhatabını tehdit ederek) O zaman,
başkaları gibi sen de dağlara çıkarsın!
-(Desteğinden pişman olmuş ve aldatılmış olarak)
Hayır, ben şehirde kalacağım!
Ümmeti içine alan, eşitlik ve adalet temelli bir
İslam Cumhuriyeti için mücadele eden Müftîzade hücre hapsine konuyor, bütün
insani hak ve muameleden mahrum yıllarca zindanda yattıktan sonra öleceği
anlaşılan hastalığı sebebiyle serbest bırakılıyor ve vefat ediyor. (Allah
rahmet etsin)
Fars milliyetçiliği o kadar yüceltilmişti ki Türk ve
Arap kavramları kullanılırken bile çeşitli tahkir edici sıfatlarla ifade
edilmesi popüler hale gelmişti! Humeyni
sonrası mezhepçilik ve ırkçılık daha da azgınlaşmış, taassup zirveye ulaşmıştı.
İslam coğrafyasında tevhit yolunda yeşeren umutlar
çok kısa bir sürede maalesef ki ırkçı ve mezhepçi zihniyetin galebe çalmasıyla
son bulmuştu!