16 Ocak 2019 Çarşamba

İSLAM DÜNYASINDA HUMEYNİYE NİCİN TEVECCÜH EDİLDİ!


İSLAM DÜNYASINDA HUMEYNİYE NİCİN TEVECCÜH EDİLDİ!
 
 
 
 
 Humeyni’nin Şah rejiminin direncini kırarak yıllar süren sürgün hayatını bitirip büyük bir gösteri ile ülkesine dönmesi ve halkının büyük coşkusuyla karşılanması bütün İslam âlemini etkilemiş, ilk söylemleri ve mesajları Müslümanlar arasında büyük sempati toplamıştı. Yüzyıllardır içine kapanık bir halde kurtarıcı bekleyen şia, tarihinde bir kıpırdanma görünüyordu! Bu kıpırdama, iktidar sahiplerinde stres ve korku uyandırsa da islam dünyasında  mezhepsel ayrılıkları aşarak, bütünü etkilemiş  İslam toplumlarına liderlik edeceği umudunu uyandırmıştı.  Zira islam toplumları tam bir umutsuzluk ve çaresizlik içinde idi!                                       İslam düşmanlarının İslam’a bakışı ve yok etmek üzere geliştirdikleri stratejiler karşısında  İslam ülkeleri yorgun bitkin, fakir kendi içlerinde bir biriyle sorun yaşar halde idiler. Böyle bir ortam Humeyni nin arkasında ABD olan şahı devirmesi, tevhidi esas alarak birleştirici konuşmalar yapması,  umutsuz halklarda  çok farklı beklentiler uyanmasına neden olmuştu.. Humeyni ye kısa zamanda Müslüman halkların bu kadar güven duymaya başlaması, yerlerde sürünen İslam bayrağını  yükseklere taşımaya namzet bir lider olarak algılamasının geçerli başka sebepleri de  vardı.          Hz Peygamberle   bir medeniyet oluşturan  toplum,  daha ilk yüzyıl içinde  iktidar kimin olmalı kavgaları yüzünden büyük kırılma yaşamış aile kavgaları,  kavmiyetçiliği asabiyeti hortlatmış, bu kavgalarda taraf olanlar kendi haklılıklarını ispatlamak için Kuran’ı konuşturmuşlar, yeterli olmayan alanlarda da rivayet uydurarak rahmete kavuşmuş peygamberi konuşturarak toplumu  Sünni ve Şia adı ile ikiye bölebilme başarısını elde etmişlerdi! Buna rağmen islamı özümseyen kafalar insanlığa çeşitli ilim dallarında katma değer üretmeye başlamışlar ama bunu uzun sürdürememişlerdir! Nedeni;  ilmi dünyevi ve uhrevi adı ile ikiye bölen, ağırlığı da uhrevi yöne çeviren yeni kafaların yönetimleri etkilemesi!!... Eğitim kurumlarında söz sahibi olması!  Nedenselliği, sorgulamayı terk edip, işi şekle görüntüye döken islam toplumu son iki asır batı toplumlarının bir hayli arkasında kalmaya  bir nevi kendi kendini mahkum etmişti.  Gerileme burada kalmamış, emperyalist güçlerin tahriki ve saldırıları karşısında  parçalanarak devlet ya da devletçiklere dönüşmüşlerdi! Bu ülke yönetimlerinin İslam’a bakış tarzının bir çoğu toplum dini anlayışını küçümseyip seküler bir bakış tarzı geliştirmiş, Kendi dini ve vatandaşı ile savaş halinde. Diğer bir kısmı da İslam’ı uyguluyorum adı ile islama yamanmış hurafe ve yalanlarla, yönetimlerini güçlü tutma adına geliştirilen rivayetlerle  toplumu uyutup  avutmakta idiler.  Gerek seküler anlayışla gerekse din adına ülkelerini yönetiyor olanlar; topluma karşı  acımasız diktatörleşmiş, adaletsizlik, hukuksuzluğu ayyuka çıkarmış yapılardan oluşmakta idi!. Toplumlarda açlık, sefalet, her geçen gün artan ahlaksızlık kol geziyordu!

İslam ülkelerinin hepsi emperyalist batılıların güdümünde ve dış siyasette, iç siyasetin birçok alanında özelliklede ekonomi de esiri halinde idiler.                                                                                  Bu atmosfer içinde İran’ın durumu da diğerlerinden daha iyi değil, hatta daha kötü idi! Bir birinden çok farklı inanç ve ideolojilere sahip muhalifler, şah yönetiminden nemalananlar, emperyalist güçlerin emelleri!...                                                                Humeyni nin çıkışı insanların umudunu tamamen yitirmiş bir ortama rastlamıştı! Bu gerçeğin ışığında sünni toplumlarının siyaseten Humeyni yi desteklememek gibi bir lüksü yok görünüyordu!.                                                                             Humeyni nin tevhit merkezli birleştirici söylemleri ona karşı sevgi ve muhabbeti artırmış, farklılıkları fark etmek yerine ortakların belirginleşmesi herkes tarafından söylenmese de benimsenmiş görünüyordu. Humeynî'nin devrimini Sünnîler de destekliyorlar; ümmete zulüm söz konusu olduğunda mezhep farkını gözetmiyor, ümmet bilinci ile hareket ediyorlar. O tarihte Sünnîlerin lideri Ahmed Müftîzâde isimli bir âlim. Bu sempati ta ki Humeyni nin icraatlarının ortaya çıkmasına bir nevi iran anayasasının yayınlanmasına  kadar sürdü!   İran İslam Cumhuriyeti'nin anayasası hazırlanırken 13. Madde “İran'ın resmi mezhebi İslam ve isnâ-aşerî şîîliğidir” şeklinde düzenleniyor. Müftizâde buna itiraz ediyor, “ümmeti bölmeyelim, mezhepçilik yapmayalım, İslam diyelim…” diyorsa da ona kulak asan kimse olmuyordu!  Böylece mezhebi dinin önüne çıkartma geleneği daha da güçlenmiş oluyordu!  Halbuki  ümmet mezhepçilik girdabına düşmese daha iyi olmaz mıydı!  itikadı mezheplerin mensupları düşmanı bırakıp birbirini kırmasalardı, her grup mezhebini yaşasa ama ümmet ve İslam söz konusu olduğunda birlik olsalardı! Humeynî Necef'te iken onunla irtibata geçen Müftîzâde'ye devrim başarılı olduğu takdirde adalet ve eşitlik esasına dayalı bir İslam devleti sözü veriyor, devrim başarılı olup İran'a geldiğinde onu karşılayanların önünde Müftizade var, Humeynî'den sonra ikinci konuşmayı da o yapıyor, konuşmasında halkı İslam devletinin kurulmasına ve mezhepçiliğin terk edilmesine çağırıyor, işte o konuşmadan itibaren yol arkadaşlarına zulüm ve baskı artarak devam ediyor, Sünnîlere verilen sözler ne yazık ki unutuluyor! İslam toplumlarında, Tevhitte birleşme umudu bir daha yanmamak üzere sönmüş söndürülmüştü!.. Bir çok aydın ve Humeyni sempatizanı ilk etapta buna inanmak istemedi. Toplum baskısı ile  anayasaya böyle geçmiş olsa da fiillerin farklı olabileceğini, beklenip görülmesi gerektiğini düşünenler oldu! Emperyalist güçlerin çıkardığı ırak İran savaşında İran’a destek olmak savaşmak  üzere islam ülkelerinden gidenler oldu. Onların bir çoğu orda telef oldu. Sağ dönüp hatıralarını yazanlardan edinilen bilgilere göre yeni yönetim anlayışının katı şia anlayışının yeni tezahüründen başka bir şey değildi!                                                 İslam ülkelerindeki  ulusçuluk, mezhepçilik ve ırkçılık belasından kurtulmadıkça, ümmet ortak düşmanlarına karşı birlik olmadıkça İslam dünyası mağdur ve mazlum olmaya devam edecektir. Humeyni devrim sonrası,  İrancılığı ve milliyetçiliği yeren, buna mukabil İslamcılığı ve ümmetçiliği ön plana çıkaran sözlerine artık rastlanmaz olmuştu!.  Aksine  Safevicilik tartışmaları büyük bir yaygınlık kazanmış ve Yeni Safeviciliğin teorisyeni olarak görülebilecek Cevad Tabatabai ve benzeri isimlerin devlet kontrolündeki basında görünürlükleri ve etkinlikleri ciddi biçimde artmıştır. Hatta bu zat’ın yazdığı Kuran tefsirini, şianın beklediği son imamın, emri ve yardımı ile yazdığı hurafesinin toplum tarafından büyük bir heyecanla alındığı görülüyordu!                                                                     Humeynî'nin Kum'daki evinde Müftîzade ile aralarında geçen şu konuşmayı orada bulunan Sünnî alim Abdurrahim Bülûşî nakletmiştir:                                                                         -Humeynî, sen bana bir İslam Cumhuriyeti sözü verdin fakat Safevî bir Şîî cumhuriyet getirdin, inancım sana silah çekmeye manidir, lakin siyaset meydanında sana karşı savaşacağım. -(Humeynî muhatabını tehdit ederek) O zaman, başkaları gibi sen de dağlara çıkarsın! -(Desteğinden pişman olmuş ve aldatılmış olarak) Hayır, ben şehirde kalacağım! Ümmeti içine alan, eşitlik ve adalet temelli bir İslam Cumhuriyeti için mücadele eden Müftîzade hücre hapsine konuyor, bütün insani hak ve muameleden mahrum yıllarca zindanda yattıktan sonra öleceği anlaşılan hastalığı sebebiyle serbest bırakılıyor ve vefat ediyor. (Allah rahmet etsin) Fars milliyetçiliği o kadar yüceltilmişti ki Türk ve Arap kavramları kullanılırken bile çeşitli tahkir edici sıfatlarla ifade edilmesi popüler hale gelmişti!  Humeyni sonrası mezhepçilik ve ırkçılık daha da azgınlaşmış, taassup zirveye ulaşmıştı. İslam coğrafyasında tevhit yolunda yeşeren umutlar çok kısa bir sürede maalesef ki ırkçı ve mezhepçi zihniyetin galebe çalmasıyla son bulmuştu!