Bütün bunlara rağmen, Niye Muaviye’ye hazret demede ısrar ediliyor? Neden Allah Resulünün sözlerinden, sahabenin ileri
gelenlerinden Hz Ali den, Ehlibeytten vazgeçiliyor da Muaviye’den bir türlü vazgeçilemiyor!?. Buna karşın İslam toplumların büyük bir kısmı niye Hz Ali
yi seviyor gibi yapıp Muaviye’yi tapınma noktasına getirmekte, bu çelişki ile
nasıl Müslüman olunuyor? hiç düşündük
mü!.? .
Muaviye kendisinden sonra kendi anlayışının topluma
hakim olması için elinden geleni yaptı! Toplumun eğitim yönetim ve ibadet
yuvası olarak konumlandırdığı mescitlerde yıllarca kendi ahlak biçimini
geleneğini anlayışını yaymak için kullandı.
Müslümanlar muaviye
ile birlikte, azda olsa tevhidi
anlayışlarını korusalar da adalet konusunda doğru bir sınav veremediler. İslam
tarihi maslahat adına işlenen adaletsizliklere ve yine maslahat adına bu
adaletsizliklerin meşrulaştırılmasına şahit oldu. Oysa Hz. Ali maslahatı değil adaleti esas
almıştı. O “bin kez zulme uğrasanız da bir kez zulüm yapmayın” diyordu. O hilafetini korumak için kimseye haksız yere
makam, mevki, para dağıtmıyor adaletten saparsa İslam’dan sapmış olacağını
söylüyordu. Biz Ali’yi sevdik! Çocuklarımızın adını Ali koyduk. Ali haklı dedik
ama hep Muaviye’nin ahlakının yanında olduk! Çünkü Ali Kuran’ın ilkeleri
resulün uygulamaları takip ediyordu. Ali gibi olmak bize zor gelmişti!. Ali
gibi olmak; düşmanına zulmetmemeyi, dostuna, akrabana, yakınına, torpil
geçmemeyi gerektiriyordu. Beytül malı adil paylaştırmayı, yetkiyi emaneti
ehline vermeyi gerektiriyordu. Maslahat adına adaletten taviz vermemeyi
gerektiriyordu. İyiliğe karşı iyiliği, kötülüğe karşı bile iyilik yapmayı
gerektiriyordu. Ümmetin birliği vahdeti için kendi hakkından vazgeçmeyi,
kardeşine karşı Habil gibi olmayı gerektiriyordu. Ali böyle iken Muaviye bu söylenenlerin tam tersini uyguluyor,
asabiyetin kinin kanın, mevki ve makamın peşinde hedefe ulaşmak için ne
yaparsan yap meşrudur zihniyetinin üreticisi uygulayıcı idi.
Bir düşünelim biz kime tabi olduk!! Bugün din diye Resulün
getirdiklerini mi yaşıyoruz, yoksa Muaviye’nin ilkelerin mi?. Kısaca Muaviye
kimdir in cevabı; Onun adını duyunca salavat getirmeye kalkan zihniyetin adı
konmamış peygamberi durumunda, Allah resulünün ise Tülaka dediği zattır !
Pekiyi kimdir bu Muaviye!?; Mekke’nin fethine kadar, Allah resulüne her
türlü tuzakları kuran, savaş açan düşmanlık eden, Ebu süfyan ile Hz. Hamza nın ciğerini yiyen Hind adlı kadının
oğludur. Bu aile Mekke’nin fethi sonrası başka çareleri kalmadığından Müslüman
olduk demişlerdir!.. Bazı savaşlarda Allah resulü onlara İslam’a ısınmaları
için fazladan ganimet verdiği rivayetleri vardır. Bunun sebebi sorulunca da “‘Ey
Ensâr! Sizin inancınızdaki samimiyete güvenim vardır. Kureyş ise, İslâm’a yeni
girmiştir. Şimdiye kadar meydana gelen savaşlarda Müslümanlar tarafından pek
çok yenilgiye uğratıldılar. Onların kalplerini yatıştırmak için fazla hisse
verdim. Onlar evlerine koyun ve develerle gidecek. Siz ise Resulullah ile
gideceksiniz. Buna razı olmaz mısınız”? Demiştir.
Muaviye Şam valiliği görevinde 20 yıl kalmıştır. Bu
süre içinde özellikle Hz Osman döneminde yaptığı haksızlık, zulüm, mülk edinme
ve adaletsizlikleri yüzünden, Hz Ali tarafından valilik görevinden alma
tebliğini, Hz Osman’ın katlini bahane ederek hiçe saymış bu yetmemiş gibi yerine
atanan valiyi şehre bile sokmamıştır. Bu da yetmemiş gibi Hz Ali’yi Hz Osman’ın katili ilan ederek
meseleyi kan davasına dönüştürmüştür. Bu
meseleyi halifeliği ele geçirme amacı ile kullanarak, Hz. Osman’ın, eşi Naile
tarafından Şam’a gönderilen kanlı gömleği, yine Naile’nin olay sırasında kılıç
darbesi ile kesilen parmaklarını,(Taberi, Tarih, IV, 562; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, III, 98) halifenin
katilleri veya fitnenin sebepleri olarak ifşa edilen isimlerin yazılı olduğu
mektubu(Belâzurî,
Ensâb, I, 592-593;), Şam halkını galeyana getirip halifeye
karşı ayaklanmasına yönelik kullanmıştır.
Bu da yetmemiş kanlı gömleği Şam Camii’nde sergilenerek adeta bir ağlama duvarı
haline getirilmesini sağlamış, ağıtlar yaktırmış, şiirler okutarak isyanı
halkın beynine kazımıştır! (İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 47.)
Muaviye, bu yalanlar ve entrikalarla bir yandan Hz. Ali’yi yıpratarak halifeliğinin
meşruiyetini ortadan kaldırmaya çalışırken, öte yandan kendi ikbalini sağlamaya
yönelik her şeyi kullanmakta idi. Ortam o hale geldi ki, nihayet Şamlılar muaviyenin yaptığı etkili propaganda,
yalan ve ajitasyon ile galeyana gelip Hz.
Osman’ın katili olarak gördükleri Hz.
Ali’yi öldüreceklerine dair yemin ettiler. (Belâzurî, Ensâb, I, 592-593; İbn Kuteybe,
el-İmâme, I, 74; İbn Kesîr, el- Bidâye, VII, 254.)
Bütün bu olup bitenlere karşı olayı çözüme
kavuşturmak isteyen Hz Ali ona aşağıdaki mektubu yazmıştır.
HZ ALİ NİN MUAVİYEYE YAZDIĞI MEKTUP
"Kavmimiz (Kureyş), Peygamberimizi öldürmeyi,
kökümüzü kurutmayı arzulayarak aleyhimize komplolar kurmuş, başımıza alçakça
işler açmıştı. Bizden huzuru alıp yerine korkuyu bırakmış, sarp dağ (Ebu Talib
vadisinde) yamaçlarında yaşamaya mecbur etmiş, aleyhimize savaş ateşini
yakmıştı. O halde Allah, dininin etrafından kötülüğü kovmamızı, kimseye onun
hürmetini çiğneme fırsatı vermememizi irade etti. Müminimiz, bununla ecir
kazanmak istiyor; kâfirimiz ise soyunu koruyordu. Kureyş'ten İslam’ı kabul
edenler, diğer kabilelerle yapmış oldukları anlaşmadan, ya da kendi aşiretinin
himaye etmesinden dolayı, bizim karşılaştığımız zorluklardan ve öldürülme
tehlikesinden güvende idiler.
Savaş kızışıp
insanlar hücum edince Resulullah (s.a.a), ashabını Ehl-i Beyt'iyle korur;
kılıçların ve mızrakların karşısına onları sürerdi. Böylece Ubeyde İbn-i Haris
(Rasulullah'ın amcası oğlu), Bedir'de; Hamza, Uhud'da; Cafer, Mute'de
öldürüldü. Birisi de -ki isteseydim ismini söylerdim- onlar gibi şehit olmak
istedi; fakat onun eceli ertelenmiş, onlarınki gelmişti.
Şu yaşadığım çağa ne kadar da şaşıyorum! Allah'ın
dinini savunmayan ve benim gibi bir geçmişi olmayan birisi (Muaviye) benimle
aynı seviyede tutuluyor! Oysa değil o, hiç kimse bu seviyeye ulaşmamıştır. O
seviyede olduğunu iddia eden birisini ben tanımıyorum ve Allah'ın tanıyacağını
zannetmiyorum. Her halükarda hamd Allah'a mahsustur.
Osman'ın
katillerini teslim etmemi istemene gelince; ben bu işi inceleyip, düşündüm.
Onları sana veya bir başkasına vermem mümkün değil. Ömrüme yemin olsun ki
azgınlığından, ayrılıkçılığından vazgeçmezsen, yakında onların seni istediğini
öğreneceksin. Onların seni istemesi, seni de karada, denizde, dağda ve ovada
onları arama zahmetinden kurtaracaktır. Belki bu isteğin seni gamlara gömecek
ve sana mutluluk vermeyecektir. Selam, ehil olanın üzerine olsun."
"Ey muviye! Örtündüğün bu ziynetleriyle
süslenmiş, lezzetleriyle aldatan dünyanın perdeleri önünden kalkınca ne olacak
haline? Seni çağırmış sende kabul etmişsin. Seni yönetmiş sende uymuşsun;
emretmiş, itaat etmişsin. Yakında önün alındığında bir kurtarıcıda
bulamayacaksın. Bu işi bırak da hesap gününü düşünmeye bak. Önüne gelen
tehlikelere karşı tedbirini al ve azgınların sözüne uyma. Eğer bu sözlerime
uymazsan sana gaflete düştüğün şeyleri bildireceğim. Çünkü sen içinde
bulunduğun nimetlere aldanmışsın. Şeytan boğazına sarılmış, seninle emeline ulaşıp
canına ve kanına girmiştir.
Ey Muaviye!
Geçmişte bir hizmetin ve üstünlüğün olmadığı halde, nasıl halkın iradesini
üstlenir, ümmetin hakimiyetini ele geçirirsin! Kötülüğe isyana sevk eden
hallerden Allah a sığınırız. Arzularının aldatıcılığına kapılıp gitmekten,
içinin ve dışının bir olmayışından seni sakındırırım.
Savaşa
çağırdın; öyleyse halkı bir yana bırak tek başına karşıma çık. Böylece iki
tarafıda savaş meşakatinden kurtar. Hangimizin basireti körelmiş, hangimizin
kalbi kararmış belli olsun. Ben Ebul Hasan ım. Bedir de atanın( Utbe bin
Rabia), dayının(velid bin utbe nin) kardeşinin(hanzele) başını yararak öldüren
benim. O kılıç hala yanımda ve yine aynı yürekle düşmanımla karşılaşırım. Ben
ne dinimi değiştirdim, ne de yeni Peygamber uydurdum. Ben sizin isteyerek terk
ettiğiniz, zorla ve istemeyerek girdiğiniz yol üzereyim.
Zannınca
Osman ın kanının alınmasının peşindesin. Halbuki sen Osman ın kanının nerde
döküldüğünü biliyorsun. İstiyorsan git ordan iste.
Isırıldığını anlayınca, savaş korkusuyla ağır
yükler altındaki develer gibi bağırdığını ve kendi ordunla peş peşe yiyeceğiniz
darbelerden, başınıza gelen musibetlerden, sürekli kayıp vermenizden sızlanarak
beni Allah ın kitabına davet ettiğinizi görür gibiyim. Halbuki bulunduğun
ordu(Allah ın kitabını inkar eden) inatçı kafirler veya biatinden el çeken
hainlerdir." ( Kitabu Sıffin Nasr bin Mezahim Tarihi dimeşk İbn i
asakir Ensab ul eşraf s 279 El ikdul Ferid
s. 2 s. 33 ibn abdurabbih).
Kitab-u Sıffin, s.29, Nasr bin Mezahim; el-İmame
ve's-Siyase, c.l, s.93, İbn-i Kuteybe; el-İkd'ııl-Ferid, c.2, s.284, ve c.4,
s.322, İbn-i Abdurabbih; et-Tarih c.5, s.235, Taberi; Tarih-i Dimeşk, İbn-i
Asakir; Bihar'ul-Envar, Kitab'ul-Fiten ve'l-Mihen, Meclisi; Tezkiret'ul-Havas,
s.82, İbn-i Cevzi
el-Futuh c.2, s.431, A'sem'ul Kufi; el-Kamil c.l.
s.193, Muberred; Kitab-u Sıffın, s.64, Nasr bin Mezahim; el-İkd'ul-Ferid c.2,
s.284, İbn-ı Abdurabbih; Uyun'ul-Ahbar, c.l, s.267, İbn-i Kuteybe; Cemheret-u
Resail'il-Arab, c.l, Ahmed Zeki Safvet; el-İmame ve's-Siyaset, c.l, s.87, İbn-i
Kuteybe; et-Tezkire, s.84, İbn-i Cevzi
Kitab-u Sıffın, s.55, Nasr bin Mezahim;
el-İkd'ul-Ferid, c.2, s.232, İbn-i Ebdurrabbeh; el-İmame ve's-Siyase c.l, s.95,
İbn-i Kuteybe; Bihar'ul-Envar; c.8, s.470 Meclisi
Kitab-u Sıffın, s.85, Nasr bin Mezahim;
el-İkd'ul-Ferid, c.4, s.335, İbn-i Abdurabbih; Ensab'ul-Eşraf, s.282, Belazuri;
el-Uyun ve'l-Mehasin, c.2, s.76, Şeyh Mufıd; el-Menakıb, s. 176, Hatip Harezmi;
Bihar'ul-Envar, c.8, s.547, Meclisi; el-Ehbar 'ut-Tival, s. 145, Dinveri
Kitab-u Sıffın, Nasr bin Mezahim; Tarih-i Dimeşk,
İbn-i Asakir; Ensab'ul-Eşraf, s.279, Belazuri; el-İkd'ul-Ferid, s.2, s.33,
İbn-i Abdurrabbih
Cemheret-ıı Resail'il-Arab, c.l, s.422; et-Taraz,
c.2, s. 123, Seyyid el-Yemani; Bihar'ul-Envar, c.8, s.540,
------------------------------------------------------------------------------
Muaviye gibi entrika siyaseti gütmeyen Hz Ali
feveranlarından örnek verirsek; “Andolsun Allah'a ki Ümeyyeoğulları, Allah'ın
hiçbir harâmını helâl saymadan, hiçbir dînî bağı çözmeden bırakmazlar bu işi.
Taşla, kerpiçle yapılmış bir ev, ovaya kurulmuş bir çadır kalmaz ki zulümleri,
oraya girmemiş olsun; hiçbir yurt bulunmaz ki onların cevrine karşı koysun da
yıkılmadan dursun”[Hz Ali’nin Hutbeleri]