17 Ocak 2019 Perşembe

ALİYİ SEVDİK ARAMIZA MUAVİYE GİRDİ GENELDE ONUN ÇİZDİĞİ YOLDAN GİTTİK!!!


Bütün bunlara rağmen, Niye Muaviye’ye  hazret demede ısrar ediliyor? Neden  Allah Resulünün sözlerinden, sahabenin ileri gelenlerinden Hz Ali den,  Ehlibeytten  vazgeçiliyor da  Muaviye’den bir türlü vazgeçilemiyor!?. Buna karşın  İslam toplumların büyük bir kısmı niye Hz Ali yi seviyor gibi yapıp Muaviye’yi tapınma noktasına getirmekte, bu çelişki ile nasıl Müslüman olunuyor?  hiç düşündük mü!.? .

Muaviye kendisinden sonra kendi anlayışının topluma hakim olması için elinden geleni yaptı! Toplumun eğitim yönetim ve ibadet yuvası olarak konumlandırdığı mescitlerde yıllarca kendi ahlak biçimini geleneğini anlayışını yaymak için kullandı.

 Müslümanlar muaviye ile birlikte,  azda olsa tevhidi anlayışlarını korusalar da adalet konusunda doğru bir sınav veremediler. İslam tarihi maslahat adına işlenen adaletsizliklere ve yine maslahat adına bu adaletsizliklerin meşrulaştırılmasına şahit oldu.  Oysa Hz. Ali maslahatı değil adaleti esas almıştı. O “bin kez zulme uğrasanız da bir kez zulüm yapmayın” diyordu.  O hilafetini korumak için kimseye haksız yere makam, mevki, para dağıtmıyor adaletten saparsa İslam’dan sapmış olacağını söylüyordu. Biz Ali’yi sevdik! Çocuklarımızın adını Ali koyduk. Ali haklı dedik ama hep Muaviye’nin ahlakının yanında olduk! Çünkü Ali Kuran’ın ilkeleri resulün uygulamaları takip ediyordu. Ali gibi olmak bize zor gelmişti!. Ali gibi olmak; düşmanına zulmetmemeyi, dostuna, akrabana, yakınına, torpil geçmemeyi gerektiriyordu. Beytül malı adil paylaştırmayı, yetkiyi emaneti ehline vermeyi gerektiriyordu. Maslahat adına adaletten taviz vermemeyi gerektiriyordu. İyiliğe karşı iyiliği, kötülüğe karşı bile iyilik yapmayı gerektiriyordu. Ümmetin birliği vahdeti için kendi hakkından vazgeçmeyi, kardeşine karşı Habil gibi olmayı gerektiriyordu.  Ali böyle iken Muaviye  bu söylenenlerin tam tersini uyguluyor, asabiyetin kinin kanın, mevki ve makamın peşinde hedefe ulaşmak için ne yaparsan yap meşrudur zihniyetinin üreticisi uygulayıcı idi.

Bir düşünelim  biz kime tabi olduk!! Bugün din diye Resulün getirdiklerini mi yaşıyoruz, yoksa Muaviye’nin ilkelerin mi?. Kısaca Muaviye kimdir in cevabı; Onun adını duyunca salavat getirmeye kalkan zihniyetin adı konmamış peygamberi durumunda, Allah resulünün ise Tülaka dediği zattır !

 Pekiyi kimdir bu Muaviye!?;  Mekke’nin fethine kadar, Allah resulüne her türlü tuzakları kuran, savaş açan düşmanlık eden, Ebu süfyan ile  Hz. Hamza nın ciğerini yiyen Hind adlı kadının oğludur. Bu aile Mekke’nin fethi sonrası başka çareleri kalmadığından Müslüman olduk demişlerdir!.. Bazı savaşlarda Allah resulü onlara İslam’a ısınmaları için fazladan ganimet verdiği rivayetleri vardır. Bunun sebebi sorulunca da “‘Ey Ensâr! Sizin inancınızdaki samimiyete güvenim vardır. Kureyş ise, İslâm’a yeni girmiştir. Şimdiye kadar meydana gelen savaşlarda Müslümanlar tarafından pek çok yenilgiye uğratıldılar. Onların kalplerini yatıştırmak için fazla hisse verdim. Onlar evlerine koyun ve develerle gidecek. Siz ise Resulullah ile gideceksiniz. Buna razı olmaz mısınız”?  Demiştir. Muaviye Şam valiliği görevinde 20 yıl kalmıştır.   Bu süre içinde özellikle Hz Osman döneminde yaptığı haksızlık, zulüm, mülk edinme ve adaletsizlikleri yüzünden, Hz Ali tarafından valilik görevinden alma tebliğini, Hz Osman’ın katlini bahane ederek hiçe saymış bu yetmemiş gibi   yerine atanan valiyi şehre bile sokmamıştır. Bu da yetmemiş gibi  Hz Ali’yi Hz Osman’ın katili ilan ederek meseleyi kan davasına dönüştürmüştür.  Bu meseleyi halifeliği ele geçirme amacı ile kullanarak, Hz. Osman’ın, eşi Naile tarafından Şam’a gönderilen kanlı gömleği, yine Naile’nin olay sırasında kılıç darbesi ile kesilen parmaklarını,(Taberi, Tarih, IV, 562; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 98) halifenin katilleri veya fitnenin sebepleri olarak ifşa edilen isimlerin yazılı olduğu mektubu(Belâzurî, Ensâb, I, 592-593;),  Şam halkını galeyana getirip halifeye karşı ayaklanmasına yönelik  kullanmıştır. Bu da yetmemiş kanlı gömleği Şam Camii’nde sergilenerek adeta bir ağlama duvarı haline getirilmesini sağlamış, ağıtlar yaktırmış, şiirler okutarak isyanı halkın beynine kazımıştır! (İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 47.)

Muaviye, bu yalanlar ve entrikalarla  bir yandan Hz. Ali’yi yıpratarak halifeliğinin meşruiyetini ortadan kaldırmaya çalışırken, öte yandan kendi ikbalini sağlamaya yönelik her şeyi kullanmakta idi. Ortam o hale geldi ki, nihayet  Şamlılar muaviyenin yaptığı etkili propaganda, yalan ve ajitasyon ile galeyana gelip  Hz. Osman’ın katili olarak gördükleri  Hz. Ali’yi öldüreceklerine dair yemin ettiler. (Belâzurî, Ensâb, I, 592-593; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 74; İbn Kesîr, el- Bidâye, VII, 254.)

Bütün bu olup bitenlere karşı olayı çözüme kavuşturmak isteyen Hz Ali ona aşağıdaki mektubu yazmıştır.

HZ ALİ NİN MUAVİYEYE YAZDIĞI MEKTUP

"Kavmimiz (Kureyş), Peygamberimizi öldürmeyi, kökümüzü kurutmayı arzulayarak aleyhimize komplolar kurmuş, başımıza alçakça işler açmıştı. Bizden huzuru alıp yerine korkuyu bırakmış, sarp dağ (Ebu Talib vadisinde) yamaçlarında yaşamaya mecbur etmiş, aleyhimize savaş ateşini yakmıştı. O halde Allah, dininin etrafından kötülüğü kovmamızı, kimseye onun hürmetini çiğneme fırsatı vermememizi irade etti. Müminimiz, bununla ecir kazanmak istiyor; kâfirimiz ise soyunu koruyordu. Kureyş'ten İslam’ı kabul edenler, diğer kabilelerle yapmış oldukları anlaşmadan, ya da kendi aşiretinin himaye etmesinden dolayı, bizim karşılaştığımız zorluklardan ve öldürülme tehlikesinden güvende idiler.

 Savaş kızışıp insanlar hücum edince Resulullah (s.a.a), ashabını Ehl-i Beyt'iyle korur; kılıçların ve mızrakların karşısına onları sürerdi. Böylece Ubeyde İbn-i Haris (Rasulullah'ın amcası oğlu), Bedir'de; Hamza, Uhud'da; Cafer, Mute'de öldürüldü. Birisi de -ki isteseydim ismini söylerdim- onlar gibi şehit olmak istedi; fakat onun eceli ertelenmiş, onlarınki gelmişti.

Şu yaşadığım çağa ne kadar da şaşıyorum! Allah'ın dinini savunmayan ve benim gibi bir geçmişi olmayan birisi (Muaviye) benimle aynı seviyede tutuluyor! Oysa değil o, hiç kimse bu seviyeye ulaşmamıştır. O seviyede olduğunu iddia eden birisini ben tanımıyorum ve Allah'ın tanıyacağını zannetmiyorum. Her halükarda hamd Allah'a mahsustur.

 Osman'ın katillerini teslim etmemi istemene gelince; ben bu işi inceleyip, düşündüm. Onları sana veya bir başkasına vermem mümkün değil. Ömrüme yemin olsun ki azgınlığından, ayrılıkçılığından vazgeçmezsen, yakında onların seni istediğini öğreneceksin. Onların seni istemesi, seni de karada, denizde, dağda ve ovada onları arama zahmetinden kurtaracaktır. Belki bu isteğin seni gamlara gömecek ve sana mutluluk vermeyecektir. Selam, ehil olanın üzerine olsun."

"Ey muviye! Örtündüğün bu ziynetleriyle süslenmiş, lezzetleriyle aldatan dünyanın perdeleri önünden kalkınca ne olacak haline? Seni çağırmış sende kabul etmişsin. Seni yönetmiş sende uymuşsun; emretmiş, itaat etmişsin. Yakında önün alındığında bir kurtarıcıda bulamayacaksın. Bu işi bırak da hesap gününü düşünmeye bak. Önüne gelen tehlikelere karşı tedbirini al ve azgınların sözüne uyma. Eğer bu sözlerime uymazsan sana gaflete düştüğün şeyleri bildireceğim. Çünkü sen içinde bulunduğun nimetlere aldanmışsın. Şeytan boğazına sarılmış, seninle emeline ulaşıp canına ve kanına girmiştir.

 Ey Muaviye! Geçmişte bir hizmetin ve üstünlüğün olmadığı halde, nasıl halkın iradesini üstlenir, ümmetin hakimiyetini ele geçirirsin! Kötülüğe isyana sevk eden hallerden Allah a sığınırız. Arzularının aldatıcılığına kapılıp gitmekten, içinin ve dışının bir olmayışından seni sakındırırım.

 Savaşa çağırdın; öyleyse halkı bir yana bırak tek başına karşıma çık. Böylece iki tarafıda savaş meşakatinden kurtar. Hangimizin basireti körelmiş, hangimizin kalbi kararmış belli olsun. Ben Ebul Hasan ım. Bedir de atanın( Utbe bin Rabia), dayının(velid bin utbe nin) kardeşinin(hanzele) başını yararak öldüren benim. O kılıç hala yanımda ve yine aynı yürekle düşmanımla karşılaşırım. Ben ne dinimi değiştirdim, ne de yeni Peygamber uydurdum. Ben sizin isteyerek terk ettiğiniz, zorla ve istemeyerek girdiğiniz yol üzereyim.

 Zannınca Osman ın kanının alınmasının peşindesin. Halbuki sen Osman ın kanının nerde döküldüğünü biliyorsun. İstiyorsan git ordan iste.

 Isırıldığını anlayınca, savaş korkusuyla ağır yükler altındaki develer gibi bağırdığını ve kendi ordunla peş peşe yiyeceğiniz darbelerden, başınıza gelen musibetlerden, sürekli kayıp vermenizden sızlanarak beni Allah ın kitabına davet ettiğinizi görür gibiyim. Halbuki bulunduğun ordu(Allah ın kitabını inkar eden) inatçı kafirler veya biatinden el çeken hainlerdir." ( Kitabu Sıffin Nasr bin Mezahim Tarihi dimeşk İbn i asakir  Ensab ul eşraf s 279 El ikdul Ferid s. 2 s. 33 ibn abdurabbih).

Kitab-u Sıffin, s.29, Nasr bin Mezahim; el-İmame ve's-Siyase, c.l, s.93, İbn-i Kuteybe; el-İkd'ııl-Ferid, c.2, s.284, ve c.4, s.322, İbn-i Abdurabbih; et-Tarih c.5, s.235, Taberi; Tarih-i Dimeşk, İbn-i Asakir; Bihar'ul-Envar, Kitab'ul-Fiten ve'l-Mihen, Meclisi; Tezkiret'ul-Havas, s.82, İbn-i Cevzi

el-Futuh c.2, s.431, A'sem'ul Kufi; el-Kamil c.l. s.193, Muberred; Kitab-u Sıffın, s.64, Nasr bin Mezahim; el-İkd'ul-Ferid c.2, s.284, İbn-ı Abdurabbih; Uyun'ul-Ahbar, c.l, s.267, İbn-i Kuteybe; Cemheret-u Resail'il-Arab, c.l, Ahmed Zeki Safvet; el-İmame ve's-Siyaset, c.l, s.87, İbn-i Kuteybe; et-Tezkire, s.84, İbn-i Cevzi

Kitab-u Sıffın, s.55, Nasr bin Mezahim; el-İkd'ul-Ferid, c.2, s.232, İbn-i Ebdurrabbeh; el-İmame ve's-Siyase c.l, s.95, İbn-i Kuteybe; Bihar'ul-Envar; c.8, s.470 Meclisi

Kitab-u Sıffın, s.85, Nasr bin Mezahim; el-İkd'ul-Ferid, c.4, s.335, İbn-i Abdurabbih; Ensab'ul-Eşraf, s.282, Belazuri; el-Uyun ve'l-Mehasin, c.2, s.76, Şeyh Mufıd; el-Menakıb, s. 176, Hatip Harezmi; Bihar'ul-Envar, c.8, s.547, Meclisi; el-Ehbar 'ut-Tival, s. 145, Dinveri

Kitab-u Sıffın, Nasr bin Mezahim; Tarih-i Dimeşk, İbn-i Asakir; Ensab'ul-Eşraf, s.279, Belazuri; el-İkd'ul-Ferid, s.2, s.33, İbn-i Abdurrabbih

Cemheret-ıı Resail'il-Arab, c.l, s.422; et-Taraz, c.2, s. 123, Seyyid el-Yemani; Bihar'ul-Envar, c.8, s.540,

------------------------------------------------------------------------------

Muaviye gibi entrika siyaseti gütmeyen Hz Ali feveranlarından örnek verirsek; “Andolsun Allah'a ki Ümeyyeoğulları, Allah'ın hiçbir harâmını helâl saymadan, hiçbir dînî bağı çözmeden bırakmazlar bu işi. Taşla, kerpiçle yapılmış bir ev, ovaya kurulmuş bir çadır kalmaz ki zulümleri, oraya girmemiş olsun; hiçbir yurt bulunmaz ki onların cevrine karşı koysun da yıkılmadan dursun”[Hz Ali’nin Hutbeleri]