Sahabe döneminin hemen sonlarında kendini şii olarak tanımlayan grupların sahabeye bakışı ile, şia gruplarından bir kısmının özellikle on ikinci imam felsefesini benimseyenlerden (Gayıp imam) sonra kilerinin sahabeye bakışı çok değişmiştir.
Sonradan geliştirilen Sahabe düşmanlığı Şialığın siyasi bir inanca dönüşmesiyle akide haline gelmiştir. Bu akide mensupların mimarları her ne kadar kerbela olayından yüz yıl sonra yaşayan yalancı ve azılı iki tarih ravilerinin Ebu Mihnef Lût bin Yahya, Hişam bin Muhammed bin Said el-Kelbî [1] rivayetleriyle başlasa da özellikle on ikinci gayıp imamdan sonra sahabeyi düşman menziline oturtmuş buna paralel ehlibeytin de bakışını tersyüz etmekten geri kalmamışlardır. Olayın tarihi derinliklerine inerek hakikatin ne olduğu, gerçek anlamda sahabenin Ehlibeyt tarafından nasıl gördüğü çok önemlidir.
Sıffın savaşından önce Ali şiası denilen ve Sıffın savaşında kendisine ihanet eden “Harici” diye adlandırılan grupla ilgili Hazreti Ali ,
“Va'd olsun ki sizi mescitlerimizden ve cihaddan gelen ganimetlerdeki hakkınızdan alıkoymayacağız”.
Daha sonra onlara İbn-i Abbas'ı göndererek yürüdükleri yolun yanlış olduğunu bundan vazgeçmelerini istemiştir. İbn-i Abbas'ın onlarla yaptığı münazaralardan sonra onlardan yarısı fikirlerinden vazgeçtiler. Kalanlarına da savaş ilan eden Hz Ali, Savaş sonunda onların bütün yaptıklarına rağmen onlarını esir etmemiş, mallarını bîr koyun da olsa almamış,
Kays b. Müslim, Târik b. Şihâb'tan naklettiğine göre. Târik şöyle diyor:
“Ali (r.a.) Nehrevan'da hâricilerin işini bitirdiğinde ben de Onun yanındaydım. Ali'ye (r.a.) denildi ki:
“Bunlar müşrik midir?” Ali (r.a.):
“Şirkten kaçtılar”.
“Münafık mıdır?”
“Münafıklar Allah'ı çok az zikrederler.”
“Peki nedir bunlar?”
“Bunlar bize isyan eden bir kavimdir. Biz de onlarla savaştık” buyurdular.
Görülüyor ki, Ali (r.a.) haricilerin kâfir veya münafık olmadıklarını aksine mü'min olduklarını açıkça beyan etmiştir. Kaldı ki Hz Ali diğer sahabeye küfür nazarıyla baksın. Bu tür ali adına yapılan rivayetlerin tamamı safsatadır. Hiçbir değeri yoktur.
Bir başka ortamda geçen bir husus;
Süfyan, Ca'fer b. Muhammed O da babası el-Bakır'dan naklettiğine göre Muhammed Bakır şöyle diyor:
“Ali (r.a.) Cemel vakasında -yani Siffin gününde aşırı giden bir kişinin sözlerini işitince ona şöyle dedi:
“Konuşacaksanız yalnız doğru olanı dile getiriniz.”
Ortada bir topluluk vardır ki, kendilerine zulmettiğimizi iddia ediyorlar. Biz de onların bize zulmettiklerini söylüyoruz. Bundan dolayı da onlara savaş açtık.”
Mekhûl’un rivayet ettiğine göre, Ali'nin (r.a.) taraftarları, Muaviye (r.a.)'nin taraftarlarından ölenlerin durumunu sormaları üzerine Ali (r.a.):
“Onlar mü'mindirler,” cevabını verdi.
Abdul vâhid b. Ebi Avn şöyle diyor:
Ali (r.a.), Estere dayalı olduğu bir vaziyette Sıffînde vefat edenlerin yanından geçti. Hâbis el-Yemanî'yi de vefat edenler arasında gördü. (Bu zât Habis b. Rabia el-Yemânî'dir. Çok ibadet eden Ashabtandır. Muaviye (r.a.)'nin taraftarlarından olup Sıffînde şehid düşmüştür. )
O esnada Ester: Allah'tan geldik, Allah (c.c.)'a gideceğiz hayretini izhar ederek- Ey Emirul Mü'minin! İşte Habis el-Yemanî Muaviye'nin taraftarları arasındadır. Üstünde de Muaviye'nin alameti vardır. Vallahi ben onu Müslüman zannediyordum, demesi üzerine Ali (r.a.):
“O şu anda da Müslümandır.” buyurdular.
Hz. Peygamber'in
soyundan gelen Meşhur alim Zeydi
imamlardan İbn Murtaza'ın ilk dönem sahabelerinin HZ Ali’yi nasıl gördüklerini
anlatır.
"Rafızilerin
mezhepleri, ilk devir geçtikten sonra ortaya çıkmıştır. Sahabe arasında, hiç
kimsenin Ali hakkında açık,' mütevatir nassdan söz ettiği duyulmamıştır. Onlar,
önce Ammar, Ebu Zer, Mikdat b. el- Esved'in de Ali'nin imam olduğu görüşünde
olduklarım ileri sürmüşlerdir. Lakin, isimleri zikredilen bu kimselerin, Ebu
Bekir ve Ömer' den teberru
Ettiklerini
açıklamamış olmaları ve ikisine de, sövmemiş. (sebbetmemiş) olmaları,
Rafızileri yalanlamaktadır. Öyle ki, onların iddialarının aksine; Ammar kufede, Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde Medâin,
Ammar da Kufe valiliğinde
bulunmuştur. . Ali, Ammar ve Selman" [2]
Meşhur Zeydi imamlardan İbn Murtaza'mn şu
ifadeleri de, konu ile ilgili, Hz.
Peygamber'in soyundan gelen bir alimin ciddi tespitleri olarak alınabilir:
"Rafızilerin mezhepleri, ilk devir geçtikten sonra ortaya çıkmıştır.
Sahabe arasında, hiç kimsenin Ali hakkında açık,' mütevatir nass dan söz ettiği
duyulmamıştır. Onlar, önce Ammar, EbU Zer, Mikdat b. el-Esved'in de Ali'nin
imam olduğu görüşünde olduklarım ile sürmüşlerdir. Lakin, isimleri zikredilen
bu kimselerin, Ebu Bekir ve Ömer' den teberru ettiklerini açıklamamış olmaları
ve ikisine de, sövmemiş. (sebbetmemiş) olmaları, Rafızileri yalanlamaktadır.
Öyle ki, onların iddialarının aksine; Ammar Kufe'de, Selman el-Farisi de
Medain'de Ömer b. el-Hattab'ın tayin ettiği amiller olarak görev
yapmışlardır"
Muhammed b.
Hümeyd, Cerir'den, O da Sufyan'dan, O da Abdullah b. Ziyad b. Hudeyr'den
rivayet ettiğine göre Abbullah b. Ziyad b. Hudeyr şöyle diyor:
“Ebu İshak Es-Sübey'î Kûfe'ye geldi. Şemr b. Atiyye, birlikte yanına gitmemizi istedi. Yanına gittik ve sohbet ettik.” Ebu İshak şöyle dedi:
“Ben Kûfe'de iken istisnasız olarak bütün Küfe ehli Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) faziletlerine inanıyor ve onları sair ashaba tercih ediyorlardı. Şimdi ise konuşabildikleri kadar konuşuyorlar. Vallahi ne dediklerine akıl erdiremiyorum.” Ebu ishak Osman'ın (r.a.) şahadetinden üç sene önce doğdu. Büyük alimlerden olan Ebu İshat uzun bir hayat yaşadı ve H. 127 de vefat etti. Ali'nin (r.a.) hilafeti esnasında çocuk olan Ebu İshak, Onun hakkında şöyle diyor:
Ali (r.a.) Kûfe'de mimberin üstünde hutbe irad ederken babam beni kaldırdı. Onu beyaz saç ve sakalıyla gördüm.
Ebu İshak'ın Kûfe'yi ilk defa ne zaman terkettiğini ve ondan sonra tekrar Kûfe'yi ne zaman ziyaret ettiğini bilseydik, Kûfe'deki Alevîlerin Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) ne zaman tercih ettiklerini ve ne zaman terk ettiklerini bilecektik.
Ali (r.a.), Küfede Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) methederken aleviler de Tahkim (Hakem olayı) hadisesine kadar imamlarına muhalefet etmemişlerdir. Maalesef bu olaydan sonra haricîler ve onların bir fırkası olan İbâdiyye aynı istikamette kalmalarına rağmen Alevîler imamlarına muhalefet ederek Hicri Birinci asırdan sonra Ebubekir ve Ömer (r.a.) hakkında ileri geri konuşmuşlardır.)
Yine Hz. Ali'nin torunlarından
Hasan b. el-Hasan b. Ali Ebi T'alib de, "Resulullah Ali hakkında, 'men
kuntumevıaım fehuve Aliyyun mevıaııu' demedi mi? Şeklindeki bir soruya şöyle
cevap vermiştir: "Eğer bu sözden emirlik ve sultanlık kastedilmiş olsaydı,
Hz. Peygamber onu, tıpkı namaz, zekat, Ramazan orucu ve Hacc konusunda olduğu
gibi açıkça belirtir ve'ey insanlar! Ali benden sonra sizin emirlniz
derdi". [3]
Damure, Said b. Hasan’ın, Leys b. Ebi Selim'den aşağıdaki, sözleri işittiğini nakleder. Leys (Leys b. Ebi Selim el-Kureyşi el-Kûfi, âlim olup İkrime'den hadis nakletmiştir. Ma'mer, Şube ve Sevri'nin hocalarındandır. Kûfe'nin en iyi âlimlerindendir. H. 143 te vefat etmiştir. ) şöyle diyor:
“İlk şiîleri gördüm. Onlar Ebu Bekir ve Ömer'e hiç kimseyi tercih etmiyorlardı.”
Ahmed b. Hanbel, Sufyan b. Uyeyne'den O da Halid b. Seleme’den, O da Mesruk'tan rivayet ettiğine göre Mesruk şöyle dâyor : “
“Ebubekir ve Ömer'i sevmek ve onların faziletlerini bilmek sünnettendir.”
Mesruk, Kûfe'de bulunan en büyük tâbilerden idi. Tavus da aynı görüştedir. Aynı rivayet, İbni Mesud'dan da nakledilmiştir. İlk şiîler elbette Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) tercih edecekler. Çünkü Emirulmü'minin Ali'nin (r.a.):
“Bu ümmetin peygamberlerinden sonra en hayırlıları Ebubekir ve Ömer'dir.” dediği sabit olmuştur.
Bu söz birçok yollarla nakledilmiş hatta seksen ayrı yoldan geldiği ayrıca beyan edilmiştir.
Buhari yukarıdaki sözü El Hemdaniyyen (iki Hemedanlı) hadisiyle sahihinde nakletmiştir. Bu iki Hemedanlı da Ali'nin (r.a.) en samimi arkadaşlarından idi. Öyle ki Ali (r.a.) bir şiirinde onlar hakkında şöyle diyor:
Cennetin kapıcısı olsaydım, İki Hemadaniye selametle girin, derdim.
Buhari'nin, Süfyan-i Sevri'den, O da Munzir'den (bu iki zat da hemedanlıdır) O da Muhammed b. El-Haneîiye'den rivayet ettiklerine göre, Muhammed b. El-Hanefiyye (Ali'nin (r.a.) oğlu) şöyle diyor:
“Babacığıma Rasulullah'dan sonra insanların en hayırlısı kimdir? diye sordum. Ebubekir'dir dedi. Ondan sonra kimdir? Diye tekrar sorunca; Ömer'dir, dedi.”
Muhammed b. Hanefiyye'nin naklettiği bu sözler, bizzat babası tarafından ve açık olarak minberde halka açıklanmıştır.
Yine Muhammed b. El-Hanefiyye'den rivayet edildiğine göre Ali (r.a.) şöyle diyordu:
“Beni Ebubekir ve Ömer'e (r.a.) tercih eden birisini bana getirirlerse, mutlaka Onu iftira cezasıyla cezalandırırım.”
Sonuç olarak;
Kaynaklarda bu ve buna benzer bigiler vardır. Konunun daha iyi anlaşılması için şu unutulmamalıdır. Eğer Hz. Ali gercekten diğer sahabe ile ilgili yukardaki sözleri sarf etmişse ki, büyük bir ihtimalle sarf etmiştir. Durup dururkende bu sözleri söylemiş olamaz. Ne zaman bir fitne çıktı, islamın aliyhine gelişmeler yaşanmakta, diğer halifeler aleyhinde girişimler yaşanıyor o tür fitnelerin ateşini söndürmek için söylendiği bilinmelidir. Sonuç olakrak diğer üç halife de bir insandır. Hata yapmaları her an mümkündür. Masum değillerdir. Meseleyi abartılı yaklaşmak asla doğru değildir. Dört halifenin çok iyi yaptıkları da vardır. Şartlardan dogan ufak tefek yanlışlarda olabilir. Yönetimin getirdiği şartlara vakıf olmadan, bu günkü bir bakış acısıyla onları masumlaştırmak, yada itham etmek asla adil değildir. Her insanda olduğu gibi bir takım insani zaaflar onlarda da vardı. Bu sünetullahın kuralıdır. Öyle olunca kişilerin ben merkezli düşünmeleri gayet doğaldır. O duygularını yenebildikleri ölcüde yanlışlar asgariye inebilir. Hz peygamberin yakın arkadaşları ister ehlibeyt olsun ister diğerleri yirmi üç yıllık tarihe baktığımızda yabana atılır birileri olmadığı görülecektir. Kendi aralarında ufak tefek, hatta büyük ölcüde tarışmalar yaşanmıştır. Bunlar yönetim anlayışlarından, insani zaaflarından, meseleye bakış acılarındandır. İnsanın olduğu yerde her zaman her yerde bu tür cekişmeler olur. Olmaktadır. Bunları temellendirerek bir ayrışma yapmak ne insanidir ne de islami. Halifelik şunun hakkı idi bunun hakkı idi gibi gereksiz, sonucu değiştirmeyecek bir girdaba girmek müslümanların sinerjisini yüz yıllardır yok etmiştir. Bugün bizlerin doğru sandığı bilgiler tamamen peşin kabullerimizdir. Kim hangi mezheptense, o mezhep hangi görüşü benimsemişse, o mezhebin doğrusu neyse, doğru ve yanlış algısı tamamen bunun üzerinden yapılmaktadır. Kim hangi kaynaktan beslenmişsse o kaynağın gerceği okuyanlarının gerçegine dönüşmektedir. Bakıyorsunuz onun tersine yazılı kaynak ve bilgilerde mevcut. O zaman bunların hangisinin doğru olduğunu nasıl test edeceğiz. Aklını doğru kullanmak zorunda olan müslümanlar kesin bilmedikleri bir takım bir birinden farklı rivayetler yüzünden kavgaya düşmesinden saha sacma daha berbat bir şey olabilir mi? Bir müslüman olarak meseleye şöyle bakmalıyız diye düşünüyorum. Ehlibeytte sahabenin ileri gelenlerindendir. Ancak resulullaha daha yakın ev ahalisinden olması nedeniyle bir evin içinde yaşanılan peygamber örnekliğini dışarı onlar daha iyi yansıtabilmişlerdir.
Her bir sahabe bulundukları yer acısından önemlidir. Bunların faziletlerinin hangisinin daha üstün olduğu tamamen onlarla Allah arasında olan bir durumdur. Her kim yada hangi sahabeden olursa olsun bize kadar ulaştırdıkları bilgilerin Kuran'a olan uygunluğu önemlidir. Hz peygamber bir hayat insanıdır. Hayatın her kademesi için söylediği yaptığı bir örneklik elbette vardır. Biz de islamı onun örnekliğinden öğrenmeye kalkmışsak bu örnekliği bize doğru olarak ulaştıran her sahabe önemlidir. Onlardan Allah razı olsun demekten başka diyecek bir şey yoktur.
Damure, Said b. Hasan’ın, Leys b. Ebi Selim'den aşağıdaki, sözleri işittiğini nakleder. Leys (Leys b. Ebi Selim el-Kureyşi el-Kûfi, âlim olup İkrime'den hadis nakletmiştir. Ma'mer, Şube ve Sevri'nin hocalarındandır. Kûfe'nin en iyi âlimlerindendir. H. 143 te vefat etmiştir. ) şöyle diyor:
“İlk şiîleri gördüm. Onlar Ebu Bekir ve Ömer'e hiç kimseyi tercih etmiyorlardı.”
Ahmed b. Hanbel, Sufyan b. Uyeyne'den O da Halid b. Seleme’den, O da Mesruk'tan rivayet ettiğine göre Mesruk şöyle dâyor : “
“Ebubekir ve Ömer'i sevmek ve onların faziletlerini bilmek sünnettendir.”
Mesruk, Kûfe'de bulunan en büyük tâbilerden idi. Tavus da aynı görüştedir. Aynı rivayet, İbni Mesud'dan da nakledilmiştir. İlk şiîler elbette Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) tercih edecekler. Çünkü Emirulmü'minin Ali'nin (r.a.):
“Bu ümmetin peygamberlerinden sonra en hayırlıları Ebubekir ve Ömer'dir.” dediği sabit olmuştur.
Bu söz birçok yollarla nakledilmiş hatta seksen ayrı yoldan geldiği ayrıca beyan edilmiştir.
Buhari yukarıdaki sözü El Hemdaniyyen (iki Hemedanlı) hadisiyle sahihinde nakletmiştir. Bu iki Hemedanlı da Ali'nin (r.a.) en samimi arkadaşlarından idi. Öyle ki Ali (r.a.) bir şiirinde onlar hakkında şöyle diyor:
Cennetin kapıcısı olsaydım, İki Hemadaniye selametle girin, derdim.
Buhari'nin, Süfyan-i Sevri'den, O da Munzir'den (bu iki zat da hemedanlıdır) O da Muhammed b. El-Haneîiye'den rivayet ettiklerine göre, Muhammed b. El-Hanefiyye (Ali'nin (r.a.) oğlu) şöyle diyor:
“Babacığıma Rasulullah'dan sonra insanların en hayırlısı kimdir? diye sordum. Ebubekir'dir dedi. Ondan sonra kimdir? Diye tekrar sorunca; Ömer'dir, dedi.”
Muhammed b. Hanefiyye'nin naklettiği bu sözler, bizzat babası tarafından ve açık olarak minberde halka açıklanmıştır.
Yine Muhammed b. El-Hanefiyye'den rivayet edildiğine göre Ali (r.a.) şöyle diyordu:
“Beni Ebubekir ve Ömer'e (r.a.) tercih eden birisini bana getirirlerse, mutlaka Onu iftira cezasıyla cezalandırırım.”
Sonuç olarak;
Kaynaklarda bu ve buna benzer bigiler vardır. Konunun daha iyi anlaşılması için şu unutulmamalıdır. Eğer Hz. Ali gercekten diğer sahabe ile ilgili yukardaki sözleri sarf etmişse ki, büyük bir ihtimalle sarf etmiştir. Durup dururkende bu sözleri söylemiş olamaz. Ne zaman bir fitne çıktı, islamın aliyhine gelişmeler yaşanmakta, diğer halifeler aleyhinde girişimler yaşanıyor o tür fitnelerin ateşini söndürmek için söylendiği bilinmelidir. Sonuç olakrak diğer üç halife de bir insandır. Hata yapmaları her an mümkündür. Masum değillerdir. Meseleyi abartılı yaklaşmak asla doğru değildir. Dört halifenin çok iyi yaptıkları da vardır. Şartlardan dogan ufak tefek yanlışlarda olabilir. Yönetimin getirdiği şartlara vakıf olmadan, bu günkü bir bakış acısıyla onları masumlaştırmak, yada itham etmek asla adil değildir. Her insanda olduğu gibi bir takım insani zaaflar onlarda da vardı. Bu sünetullahın kuralıdır. Öyle olunca kişilerin ben merkezli düşünmeleri gayet doğaldır. O duygularını yenebildikleri ölcüde yanlışlar asgariye inebilir. Hz peygamberin yakın arkadaşları ister ehlibeyt olsun ister diğerleri yirmi üç yıllık tarihe baktığımızda yabana atılır birileri olmadığı görülecektir. Kendi aralarında ufak tefek, hatta büyük ölcüde tarışmalar yaşanmıştır. Bunlar yönetim anlayışlarından, insani zaaflarından, meseleye bakış acılarındandır. İnsanın olduğu yerde her zaman her yerde bu tür cekişmeler olur. Olmaktadır. Bunları temellendirerek bir ayrışma yapmak ne insanidir ne de islami. Halifelik şunun hakkı idi bunun hakkı idi gibi gereksiz, sonucu değiştirmeyecek bir girdaba girmek müslümanların sinerjisini yüz yıllardır yok etmiştir. Bugün bizlerin doğru sandığı bilgiler tamamen peşin kabullerimizdir. Kim hangi mezheptense, o mezhep hangi görüşü benimsemişse, o mezhebin doğrusu neyse, doğru ve yanlış algısı tamamen bunun üzerinden yapılmaktadır. Kim hangi kaynaktan beslenmişsse o kaynağın gerceği okuyanlarının gerçegine dönüşmektedir. Bakıyorsunuz onun tersine yazılı kaynak ve bilgilerde mevcut. O zaman bunların hangisinin doğru olduğunu nasıl test edeceğiz. Aklını doğru kullanmak zorunda olan müslümanlar kesin bilmedikleri bir takım bir birinden farklı rivayetler yüzünden kavgaya düşmesinden saha sacma daha berbat bir şey olabilir mi? Bir müslüman olarak meseleye şöyle bakmalıyız diye düşünüyorum. Ehlibeytte sahabenin ileri gelenlerindendir. Ancak resulullaha daha yakın ev ahalisinden olması nedeniyle bir evin içinde yaşanılan peygamber örnekliğini dışarı onlar daha iyi yansıtabilmişlerdir.
Her bir sahabe bulundukları yer acısından önemlidir. Bunların faziletlerinin hangisinin daha üstün olduğu tamamen onlarla Allah arasında olan bir durumdur. Her kim yada hangi sahabeden olursa olsun bize kadar ulaştırdıkları bilgilerin Kuran'a olan uygunluğu önemlidir. Hz peygamber bir hayat insanıdır. Hayatın her kademesi için söylediği yaptığı bir örneklik elbette vardır. Biz de islamı onun örnekliğinden öğrenmeye kalkmışsak bu örnekliği bize doğru olarak ulaştıran her sahabe önemlidir. Onlardan Allah razı olsun demekten başka diyecek bir şey yoktur.
[1] Hafız Abdullah Muhammed b. Osman- Ez-Zehebi,
Muntaka adlı eseri Fasl-ul Hitap. Muhammed Salih Ekinci, Minhacü’s-Sünne, C:3, S:39)