17 Ocak 2019 Perşembe

ALİ ŞİASI NASIL SİYASALLAŞIP ŞİİLİĞE DÖNÜŞTÜ!..?


 

Şia anlayışı, Ali ve evlatları sevgisi dışına taşıp, Şiilik ideolojisine  dönme süreçlerinde Kuran ve nebevi örnekliği pek dikkate almamıştır! Başlangıç itibariyle, itikadı yönden sürekli değişen bir süreç yaşandığı söylenebilir! Şia' anlayışında da;  muhalefet olmanın,  zulme uğramanın, verdikleri sözde durmamanın, zaman zaman kısa dönemlerde iktidarda bulunmanın etkisiyle kendileri acısından olumsuz görünümde olan geçmişlerini tamir amacı ile geriye dönük bir hayli rivayet uydurulmuştur!..  Zamanla bunlar itikada dönüştürülmüş, Emevi saraylarında yapılan büyük hataların bir benzerleri de kendileri yapmıştır!   


  Şöyle ki;
 Hz. Peygamber'in soyundan gelen Meşhur alim Zeydi imamlardan İbn Murtaza'ın Hz. Ali’nin İmameti ile ilgili sahabe zamanı ile sonraki süreçte değişmeler olduğunu ifade etmektedir.
 "Rafızilerin mezhepleri, ilk devir geçtikten sonra ortaya çıkmıştır. Sahabe arasında, hiç kimsenin Ali hakkında açık,' mütevatir nassdan söz ettiği duyulmamıştır. Onlar, önce Ammar, Ebu Zer, Mikdat b. el- Esved'in de Ali'nin imam olduğu görüşünde olduklarım ileri sürmüşlerdir. Lakin, isimleri zikredilen bu kimselerin, Ebu Bekir ve Ömer' den teberru ettiklerini açıklamamış olmaları ve ikisine de, sövmemiş. (sebbetmemiş) olmaları, Rafızileri yalanlamaktadır. Öyle ki, onların iddialarının aksine; Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde Medâin, Ammar da Kufe valiliğinde bulunmuştur. ... Ali, Ammar ve Selman" (Tirmizi, Menâkib, 34).
 Eğer bu siyasi mücadele, dini bir mücadele olsaydı Selman Farisi hiç Hz Ömer döneminde valilik yapar mıydı? Hz Eyüp El Ensari, emevilerin ardına düşüp İstanbul’un fethine gider miydi? Kaldı ki bu iki güzide insan Şiilerin hakiki sahabe olarak benimsedikleri kişiler arasındadır!.


 Muhammed b. Hümeyd, Cerir'den, O da Sufyan'dan, O da Abdullah b. Ziyad b. Hudeyr'den rivayet ettiğine göre Abbullah b. Ziyad b. Hudeyr şöyle diyor:
“Ebu İshak Es-Sübey'î Kûfe'ye geldi. Şemr b. Atiyye, birlikte yanına gitmemizi istedi. Yanına gittik ve sohbet ettik.” Ebu İshak şöyle dedi:


“Ben Kûfe'de iken istisnasız olarak bütün Küfe ehli Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) faziletlerine inanıyor ve onları sair ashaba tercih ediyorlardı. Şimdi ise konuşabildikleri kadar konuşuyorlar. Vallahi ne dediklerine akıl erdiremiyorum.” Ebu ishak Osman'ın (r.a.) şahadetinden üç sene önce doğdu. Büyük alimlerden olan Ebu İshat uzun bir hayat yaşadı ve H. 127 de vefat etti. Ali'nin (r.a.) hilafeti esnasında çocuk olan Ebu İshak, Onun hakkında şöyle diyor:
 Ali (r.a.) Kûfe'de mimberin üstünde hutbe irad ederken babam beni kaldırdı. Onu beyaz saç ve sakalıyla gördüm.
 Ebu İshak'ın Kûfe'yi ilk defa ne zaman terk ettiğini ve ondan sonra tekrar Kûfe'yi ne zaman ziyaret ettiğini bilseydik, Kûfe'deki alevîlerin Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) ne zaman tercih ettiklerini ve ne zaman terk ettiklerini bilecektik.
 Ali (r.a.), Küfede Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) methederken aleviler de Tahkim (Hakem olayı) hadisesine kadar imamlarına muhalefet etmemişlerdir. Maalesef bu olaydan sonra haricîler ve onların bir fırkası olan İbâdiyye aynı istikamette kalmalarına rağmen alevîler imamlarına muhalefet ederek Hicri Birinci asırdan sonra Ebubekir ve Ömer (r.a.) hakkında ileri geri konuşmuşlardır.)


 Damure, Said b. Hasan’ın, Leys b. Ebi Selim'den aşağıdaki, sözleri işittiğini nakleder. Leys (Leys b. Ebi Selim el-Kureyşi el-Kûfi, âlim olup İkrime'den hadis nakletmiştir. Ma'mer, Şube ve Sevri'nin hocalarındandır. Küfe’nin en iyi âlimlerindendir. H. 143 te vefat etmiştir. ) şöyle diyor:
“İlk şiîleri gördüm. Onlar Ebu Bekir ve Ömer'e hiç kimseyi tercih etmiyorlardı.”
Ahmed b. Hanbel, Sufyan b. Uyeyne'den O da Halid b. Seleme’den, O da Mesruk'tan rivayet ettiğine göre Mesruk şöyle diyor : “
 “Ebubekir ve Ömer'i sevmek ve onların faziletlerini bilmek sünnettir.”
Mesruk, Kûfe'de bulunan en büyük tâbilerden idi. Tavus da aynı görüştedir. Aynı rivayet, İbni Mesud'dan da nakledilmiştir. İlk şiîler elbette Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) tercih edecekler. Çünkü Emirulmü'minin Ali'nin (r.a.):


“Bu ümmetin peygamberlerinden sonra en hayırlıları Ebubekir ve Ömer'dir.” dediği sabit olmuştur.
 Bu söz birçok yollarla nakledilmiş hatta seksen ayrı yoldan geldiği ayrıca beyan edilmiştir.
 Buhari yukarıdaki sözü El Hemdaniyyen (iki Hemedanlı) hadisiyle sahihinde nakletmiştir. Bu iki Hemedanlı da Ali'nin (r.a.) en samimi arkadaşlarından idi. Öyle ki Ali (r.a.) bir şiirinde onlar hakkında şöyle diyor:
 Cennetin kapıcısı olsaydım,
İki Hemadaniye selametle girin, derdim.
 Buhari'nin, Süfyan-i Sevri'den, O da Munzir'den (bu iki zat da hemedanlıdır) O da Muhammed b. El-Haneîiye'den rivayet ettiklerine göre, Muhammed b. El-Hanefiyye (Ali'nin (r.a.) oğlu) şöyle diyor:


“Babacığıma Rasulullah'dan sonra insanların en hayırlısı kimdir? diye sordum. Ebubekir'dir dedi. Ondan sonra kimdir? Diye tekrar sorunca; Ömer'dir, dedi.”
Muhammed b. Hanefiyye'nin naklettiği bu sözler, bizzat babası tarafından ve açık olarak mimberde halka açıklanmıştır.
 Yine Muhammed b. El-Hanefiyye'den rivayet edildiğine göre Ali (r.a.) şöyle diyordu:
“Beni Ebubekir ve Ömer'e (r.a.) tercih eden birisini bana getirirlerse, mutlaka Onu iftira cezasıyla cezalandırırım.”
Yin bu konu ile ilgili Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Muhammed Allah'ın elçisidir. O'nun beraberinde bulunanlar, inananlara karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı güçlü...” (Mâide: 5/54)
 Rasulullah, şiddet ve merhameti birleştiriyor, adalete uygun olanı emrediyordu. Ebubekir ve Ömer'de (r.a.) O'na itaat ediyorlardı. Böylece Onların hareketleri kemâl-i istikametle gerçekleşiyordu.
 Rasulullah vefat edince bu iki zat, ayrı ayrı Peygamberlerinin halifeleri oldular. Ama hem sahabenin hem de sahabeden biri olan Hz Ali nin kabul ettiği bu halifeleri, ne acı ki daha sonraları birileri  Ali adına reddetmişlerdir.
Şia gruplarından bazıları Masum İmam’ın hangi ırkiyattan geleceğini tespit edip ilan ettiklerinde umduklarını bulamamışlardır. Söz konusu imamları kendi yanlarında göremeyince, süreçleri masum imamlar adına tamamen kendileri yönetmeye başlamış bunun daha kolay olduğunu görünce imamların fikirlerine bir daha itibar bile etmemişlerdir. Onlar adına hem inanç akideleri oluşturmuş hem de mevcut iktidarlarla savaşa girmek istemeyen ehlibeyt mensuplarını pasifize ederek onun adına iktidarı ele geçirmek için siyasi mücadeleye girmişlerdir. Bu bilgiler bize kendini şia olarak adlandıran kişilerin metinlerinden gelmektedir. Ha şu denilebilir ki şia olan birisi kendi açıklarını neden versin? Bunun cevabını bulmak içinde kaynaklara bakıyoruz ki, göründüğü kadarıyla bir hakiki şia var. Bunlar tarihi olayları olduğu gibi bize yansıtan Hz Ali’yi ve ehlibeyti kan bağından ya da ırkiyat den dolayı değil onları kişisel özelliklerinden ve Hz Peygamberin yakınları olduğundan dolayı sevenler. Birde sonradan türeyen “Şiacılar” var ki bunlar çıkarlarını korumak için insanların içini acıtan olaylarla ilgili acitasyon yapmış destanlar ve tarih kurgulamışlardır.


Bu yetmemiş gibi hadis uydurmuşlar. Senoryalarını doğrulamayan reddeden Kuran’ın itibarını düşürmek için de farklı şekillerde kurana iftiralar atmışlardır. Bunlar tutmayınca da ayetleri tevil ederek uydurma yorumların adını İmam sözleri olarak yaymışlardır.


 Bizim konumuza esas olan grup hakiki  Ali şiası  değildir. Ali’yi diğerlerinden çok seversiniz. Haklı bulursunuz. İslama hizmette en başta olduğunu söyleyebilirsiniz. Bundan dolayı ilk halife olması gereken oydu diyebilirsiniz. Ona haksızlık yapılmıştır diyebilirsiniz. Bunlar insani tercihlerdir. Dinin konusu değildir. Zaten Ali ve arkadaşları sevilmeyecek birisi değildi ki! Onu ancak içinde Allah’a husumeti olanlar sevmez! Onlarında kim olduğu biliniyor!.


 İnsani olanlarla insani duyguları, bir takım siyasi ayak oyunlarını,  bir birine karıştırarak hakikatlerin önünü yüzlerce yıldan beri kapatan ve uydurma anlayışlardan çıkar sağlayan islamı farkında olarak ya da olmayarak bölmeye çalışan, daha kendi içinde birlikteliği sağlayamadan bütün İslam alemine savaş açan zihniyetedir, bütün inananların sözü…
Şiacılar Zayıf kaldıkları dönemlerde dışarıya karşı kendilerini saklama ihtiyacı duyduklarında diğer insanlar gibi görünmüşlerdir. Bunu hazmedemeyen kendi taraftarları bu ikiyüzlülüğe karşı çıkınca bu durumu kurtarmak için dine, Takiyye’yi inancını vazgeçilmez bir unsuru olarak ilave etmişlerdir.


 Yukarda belirtilen hususların daha iyi anlaşılması için şu örneği verebiliriz.
 Hz Hasan’dan sonra imam olarak onun çocuklarından biri değil de neden Hz Hüseyin İmam olmuştur, Eğer imamlık kardeşten kardeşe geçiyorsa daha sonraları bu süreç neden böyle yürümemiş hep babadan oğula geçmeye başlamış!. Eğer bu secim liyakate göre seçiliyorsa neden Hz Hüseyin’in diğer hanımından olan cesur ve atılgan oğlu Ömer değil de, kasını ye muharebesinde ölen İran Kralı Yezdicet n kızı şehrebanu ile evliliğinden doğan pasif kabuğundan dışarı çıkamayan Zeynel Abidin diye bildiğimiz kişi imamlığa getirilmiştir. (Hz Hüseyin’in fars kralının kızında olma Zeynel Abidin’den imam neslinin devam etmesi tesadüfü bir olgu değildir) buraya bakınız.


 Kaldı ki sürekli pasif konumda kalan Zeynel’. Eline kıyam için birçok fırsat geçmesine rağmen kılını kıpırdatmamıştır. Medine halkı Yezit’e isyan ederek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. (Tarihi, Taberî, c. 7, s. 3 -13; İbn-i Esir, el kâmil, c. 4, s. 40 -41 ve İbn-i Kesir, el bidaye, c. 8, s. 216; İbni, Abdirabbih, Ikdu'l-Ferid, c. 4, s. 388)
 Bundan başka İbni Zübeyir, Mekke’de yeni bir devlet kurmuştu. Dikkate değer bir şey ise, Emeviler, Mervan döneminde en zayıf anlarındayken aynı dönemde Irak’ta Muhtar Es-Sekafi tarafından Küfe merkezli güçlü bir Şii devlet teşekkül etmişti. (Taberi, Tarih c. 7, s. 100-110; Dineveri, Kitabülahbar s. 290-295; İbni Esir, El-kâmil c. 4, s. 112-116). Bütün bu fırsatlara karsın en küçük bir risk almayan Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’den ve de Emevilerin sözünden çıkmamıştır. Zeynel bu devlete gitmeye, hatta bu devletten gönderilen paraları yemeye bile cesareti yoktu. (İbn-i Sa'd-Tabakat c. 5, s. 213 ) denilmektedir. Eğer imamlık Zeynel’e bizzat ALLAH tarafından verildiyse, bu fırsatları kullanmadığı, hatta en ufak bir girişimde bile bulunmadığı için büyük bir cürüm işlemiş olmaz mı? Buna rağmen Zeynel’in rakipleri arasından seçilmesinin tek bir sebebi vardır: Hz Muhammet’in değil, son İran şahı Yezdücerd’in torunu olmasıdır. İşte İran kökenli Şiiler Zeynel Abidin ve onun çocuklarını mazilerindeki kralın konumuna, koymuşlar söz konusu imamları da olağan üstü güçlerle donatmışlardır. başka birilerini asla İmam olarak kabul etmezler. Neticede bugün 12 imam adı ile tanımlanan kişilerin hepsi bu ananın çocuklarıdır. Diğer şia gruplarından olan zeydileri ve ismailileri asla tanımazlar. Hz Hasan’ın çocuklarından her hangi birinin imam olmaya da hakkı yoktur. Ne de bugün adları bilinmektedir!
İşte imamet seçiminin nasıl yapıldığını konusunda tarihe baktığınız zaman bu seçimin tamamen bir ırkiyata dayandığını sondan da durumu kurtarmak için bir hadis uydurulduğunu görüyoruz “ Kuleynî: “Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir.. Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açtı onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları kendinle beraber saadet için götür. Sen olmaksızın onlara saadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi....” Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevat Mustafa), Tahran? II, 28-29
“Ancak bu hadis metni ile insanların kafasındaki soruların giderilemeyeceğini düşünen Şiacı alimler, yine sonuca göre yeni yorumlar yapmak durumunda kaldılar. Nasıl mı?
Hz Hasan Muaviye ile savaşa girmeden halifeliği devretmesi, Hz Hüseyin’in kıyam ederek şehit olması, Zeynel Abidin’in kıyama girişmeyip bütün ömrünce dua ile geçirmesi bunun adı da “dua ile kıyam “ etmesi, İmam Cafer’in siyasete bulaşmayıp ilimle uğraşması, gibi. Diğer imamların hayatlarında öne çıkan davranışlardan ne varsa.
 Bunlar bu davranışlarını kafalarına göre yapmadılar.
 Ya!....?
 Bunu da Allah’ın emrine göre yaptılar! İşte vasiyet! Kim ne diyebilir? O zaman sorabilir misiniz Hz Hasan’ın çocuklarından birisi neden imam olmadı? Hz. Zeyd kıyama kalkıştı, şehit oldu, onu neden imam sayılmaz? Zeynel Abidin hayatı boyunca elinde onca fırsat varken, neden kıyam etmedi? ya da kurulan şii devletinin başına geçmedi! Sorularını sorduğunuz zaman verilen cevap çok ilginç değil mi!::? Hani yalan bir rivayet var ya! İmamlara verilen bir kitap, vasiyet!.. Güya imlar vasiyeti okuyorlar, kendileri için, Allah orda ne buyurmuşsa onu yapıyorlar!.  Diyelim ki öyle.. Hem bu yalana inanıp hem de, imamet bu imamların hakkıydı iddiası bir birini çürütmüyor mu!?  O zaman Hasan'ın vasiyetinde haşa Allah  iktidarı Muaviyeye teslim  et mi dedi! Eğer öyle dediyse Muaviye ile derdiniz ne demezler mi adama!
İslam’da yönetim şunun bunun hakkı değildir. Allah kitabında ehliyet ve liyakatı getirmiştir. Bir toplum başına ehliyet ve liyakatlı birilerini değil de, yönetimde zayıf olanlar,  sahtekarları getirirse cezalarını kendileri çeker. Osman çok iyi bir insan olabilir. Nitekim de öyledir. Ama son altı yılda yönetimi kendi akrabalarından olan hırsıza arsıza valilikleri iktidar gücünü teslim etmesiyle kendisinin şehit edilmesine bir noktada zemin hazırlamış olmadı mı? Ondan sonraki bütün fitne hareketleri bu zayıf yönetimin sonuçları  değil mi?
Eğer Ömer sonrası daha ehliyetli olan Ali iktidar yönetimine getirilse idi belki bugünkü fitne ayrıcalık olmayacaktı!.
Acaba şöyle bir soru sorsak cevabı ne ola ki!!?.


 Bu vasiyetten Hz Zeyd’in haberi var mıydı?
Galiba yoktu. Olsaydı Zeynel Abidin’in imamlığını kabul ederdi. Eğer böyle bir vasiyet var idiyse, Muhammet Bakır bunu Hz. Zeyd’e gösterebilirdi! Ya da neden göstermedi?
 Görülüyor ki, bu vasiyet de sorunu çözmeye yetmemiş! O zaman ne yapmalı? Bu sefer Kuran’a müracaat etmeli. Masum bir imam adıyla konuya uygun bir ayet bulup tevil ettirilip sonuca gidilmesi en doğru yol. Hem bu yöntemle ehlibeyt konusuna da netlik getirilmiş olur!.
İşte Meşhur her derde çare bulan Kuleyni’ nin, El Kâfi’ si. Bu sorunu da çözmüş görünüyor. El Kafi, 753 nolu hadis


“... Abdurrahim b. Revh el-Kasir şöyle rivayet etmiştir: Ebu Cafer’e (Muhammed Bâkır): “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar.” (Ahzab 6) ayeti kimin hakkında indi?” diye sordum. Buyurdu ki: “Ayet velâyet ve imamet hakkında inmiştir. Bu ayet, Hüseyin’den sonra, onun çocukları arasında uygulamaya konulmuştur. Dolayısıyla biz, imamete ve Resulullah’a, Muhacir ve Ensar’dan oluşan diğer Müslümanlardan daha yakanız.” Dedim ki: “Cafer’in çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” “Hayır.” dedi. “Abbas’ın çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” diye sordum. “Hayır.” dedi. “Abdulmuttalip oğullarının bütün boylarını saydım.” hepsi için “Hayır.” diye cevap verdi. Bu arada Hasan’ın çocuklarını unuttum. Bir daha yanına girdiğimde: “Hasan’ın çocuklarının bunda bir payı var mıdır?” diye sordum, “Hayır.” dedi. “ALLAH’a yemin ederim ki, ey Abdurrahim! Bizim dışımızda hiçbir Muhammedi’nin bunda bir payı yoktur.”


Ehlibeyt anlayışı önce kutsallaştırılmış sonrada bir takım evrelerden geçmiştir! Önceleri  Peygamberimizin eşleri ve kendi evinde barınan çocuklarını kasteden ehlibeyt kavramında iken, önce, Hz. Muhammet’in eşleri, sonra duruma ve koşullara göre tüm Haşimiler, tüm Ebu Talip soyu çıkartılmıştır. Daha sonra da sadece  Hz.Ali ve Fatma soyu ile daraltılarak tek bir kanal yöneltilmiştir!  Müslümanlar içinde fitne daha fazla büyümesin, Müslümanların kanı boşuna akıtılmasın diye mecburen iktidarı  Muaviye ye vermek durumunda kalan  Hz. Hasan’ı bir çok şiacı zihniyet kabahatli sayarlar! İmameti muaviyeye verdi diye!  Hasan suçlu görülmesi nedeniylede İmametin devamında soyunu bir şekilde kesmişlerdir!!  Hz Hüseyin’in soyu da, ancak İran Şahının kızı vasıtasıyla gelen Zeynel Abidin’in nesli ehlibeyt zümresinin tek temsilcisi olarak kalmıştır!!.
İşte din böyle kurgulanır. İşte Tarih böyle şekillendirilir.
 SONUÇ. Şiacılar siyaseti yürütürken de din kuralları koyarken de imamların görüşlerine hiç itibar etmemişlerdir. İşlerine nasıl geldiyse mevcut ortamda durum nasıl kurtarıla biliniyorsa öyle davranmışlar. Dini yaşam içinde çok güçlü gösterdikleri “imamet”, onlar için sadece kukla olarak kullanılmıştır.
 Pekiyi bütün bu süreçler yürürken ehlibeyt boş mu durmuş?  Tabi ki boş durmamış, her birisi Allah yolunda tevhidi bir hayat sürmüş ellerinden geldiğince kendileri dışında kalan siyasetin pis ayak oyunlarına alet olmamışlar. Bu yolda şehit edilenlerin hayatı incelendiğinde de görülecektir ki onlara ihanet eden kendilerini şia olarak tarih efen sözlerinde durmayan, ihanet eden yapılar olduğu görülecektir.