17 Ocak 2019 Perşembe

BİZ Şİİ/SÜNNİ DEĞİLDİK SADECE KURAN'IN DEDİĞİ GİBİ MÜSLÜMANDIK BİZE NE OLDU!!?


                                   BİZ BÖYLEMİ İDİK!..? 
 Blokta yer alan konu başlıkları arşiv adı altında görünmektedir. Bloğun içeriğinde İslam’ın başlangıcından bugüne geçirdiği evreler, farklı başlıklar altında incelenmiştir. Blokta ana başlık olarak Kuran a yönelme ve anlama çalışmaları, Tevhitte birleşmenin adresini bulma cabaları yer almakla birlikte mezhepçilik ve bölücülüğü telin vardır. İslam'daki büyük kopuşun nedenleri incelenmiş, şii, şia ve şiacılarla ilgili araştırmalara yer verilmiştir. Allah resulüne yönelik sapkın anlayışlar ile Kuran'da gecen resul açıklanmaya çalışılmıştır. Toplumlardaki sünnet algısı ile Kuran da geçen arasındaki çelişkilerden söz edilmiştir. Kavga değil, tekfir değil, iftira ve karalama değil birleşmeye atıf vardır. Müminlerin bir birini sevmeleri ve tahammül etmeleri elden geldiğinde işlenmeye çalışılmıştır. Tevhitte birleşmek üzere ALLAHA EMANET OLASINIZ.
                                             BİZE NE OLDU!!?

İŞTE BİZİM HİKAYEMİZ..!

Allah'ın insanlığa gönderdiği dinler, tarih boyunca inananlar tarafından bozula gelmiştir! Buna karşın yüce yaradan, şirkten uzak kalmaları için, kavimlere sürekli peygamberler göndererek tevhitteki yozlaşmanın önüne geçmeyi amaçlamıştır. Ne yazık ki, insanoğlu her dönemde haddini aşmıştır. Kimileri dini yetersiz bulup artırımlar yaparak, kimileri azaltarak! Kimisi geçmiş kültürlerini, asabiyet ve kavmiyetçiliğini, aile kavgalarının sebep ve sonuçlarını   zamanla dinselleştirmiştir!  kimileri de dinden çıkar sağlamayarak sürece bir şekilde zarar vermişlerdir!...En basit bir örnek verecek olursak; Hz Musa, kavmini kızıl denizden geçirdikten sonra kırk günlüğüne ayrılır. Döndüğünde kavminin altından yapılmış böğüren bir ineğe taptığını, öncülerinin de  “Musa da böyle istiyordu” dediğini, Kurandan okuyoruz. İnsan tabiatı böyle bir şey. Henüz 40 gün içinde tüm gerçeği bilip görmesine rağmen bu  sapma neyin göstergesidir!..? Kabe deki lat ve Uzza kimleri temsil ediyordu? Hiç düşündük mü birisi lut a.s. Diğeri Üzeyir a.s. Müşriklerin  kutsadıkları kişilerdi. Bunlar bir masal değil,  aşırı yükselttikleri insanı tapma noktasına getirmesi insanoğlunun her an sapmaya meyilli olduğunun bir göstergesi!!! İlgili ayetlerde ne olduğumuzu  bize hatırlatan mesajlardır!

  Hz. Muhammed sonrası da,  söz konusu olumsuz etkenlerin kendini göstermesiyle İslam içindeki yozlaşma  diğer dinlerin kaderine mahkum olmuştur!. Başlangıç olarak zorba ve adaletsiz yönetimler, muhaliflerini sindirmek ve gözden düşürmek, hükümranlıklarını sürdürmek adına toplumdaki huzuru adaleti, sosyal ilişkileri alt üst etmişlerdir! Allah’ın kitabının toplum tarafından yeterince anlaşılması için caba göstermek şöyle dursun,  geriye dönük bir takım rivayetler uydurarak haklılıklarını topluma kabul ettirme yöntemini kullanmışlardır. İç ve dış çatışmalar neticesi Kuran’ı anlayan insanların bir bir ölmesi, yaşayanların da yönetimden uzak durması,  bu zihniyetin ekmeğine yağ sürmüştür! İslamı yeni kabul etmiş  geniş halk kitlelerin, dinini Kuran’dan öğrenme imkanı nerdeyse kalmamış olduğu bir ortam! İnsanların dini anlama ve yaşama konusundaki beklentisine cevap verecek yeterli  altyapı da yok!! Karmaşa döneminde ise, Müslüman toplumun din adına bildikleri Allah resulünden beri nesiller arası yaşanarak gelen ibadetlerden anladıkları kadardır! Mana ve maksadını yeterince anlamadan yapılan ibadetler ise zamanla ritüele dönüşmüş,https://hakikatlar.blogspot.com/2018/12/ici-bosaltilan-ibadet.html
 Sahabe dönemindeki derinlik maalesef kalmamıştır! Bu karmaşa içinde  din adına yaşananlar!!!
Yönetimin hile, haksızlık ve zulümle  gasp edilerek, halifeliğin saltanata dönüştürülmesi neticesinde iktidar  ve muhalefetin düşmanlıklarının hat safhaya ulaştığı muhalefetin yok edilmesi için bütün imkanların seferber edildiği bir ortam!!! Bu gurupların arkalarına yandaş bulmak adına,  Kuran’ı ve Allah resulünü kendi lehlerine konuşturmaları neticesindeki uydurmaların daha sonraki nesillere din olarak yansıdığı bir zaman dilimi !!  Bunlar nasıl olmuş, tevhit inancı nasıl bozulmuş  bir bakalım!

Kuran anlaşılmaz ilan edilmiş, yetersiz görülen dinin içi gelenek, kültür ve siyasi kavgaların argümanları  ile doldurulmuş bölük pörçük olmuş islam toplumları!!! http://kurannediyorbizneanlyoruz.blogspot.com/2018/10/blog-post_75.html
 Muhalif  durumda olup kendilerini şia olarak tanıtan gruplara göre; Kuran’ı ancak temiz olanlar anlar ve açıklarlar! Onlar kim? Ehlibeyt!. Onlar da resuller gibi masumdurlar! Vasıtasız vahiy alırlar! Ölecekleri vakti  kendileri tayin ederler!  İmamete inanmak imanın bir esasıdır! Dolayısı ile ehli beytin her söylediği söz, peygamber sözü gibidir!  Kuran’ın anlamıdır!. Takiye dinin bir esasıdır! Müslüman olmak ve kalabilmek için bu esasların kabulü şarttır!!! Zeydiler hariç, Şiilerin inanç temelleri belirli bir süreçte bu esasa dayandırılmış, zaman geçtikçe  Sünnilerle farklılaşma yönünde içi doldurulmaya devam edilmiştir (http://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/10/sahabe-kimlere-denir.html) http://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/12/i_3986.html
İktidarın zaten din diye bir derdi yoktur!. Bütün derdi saltanatını devam ettirmek, ganimetini artırmak, taraftarların çoğaltmaktır! Bunun içinde dinin onların lehine konuşturulması yeterli. Bunun içinde ne gerekse yapılmakta!
İktidar ile muhalefet arasında kalan geniş halk kitleleri, muhaliflerin dinde olmayan bir takım şeyleri itikat konusu yapmasına  karşı  mesafeli durarak, her ne kadar iktidarın zulmünü desteklemiyorsa da, karşı bir mücadele içinde de olmamış,  tabiri caiz ise kabuklarına  çekilmişlerdir!. Bir kısmı da daha iyi Müslüman olmak adına,  toplum içine yayılmaya başlayan züht hayatına yönlenerek her şeyden elini ayağını çekmişlerdir!
İktidar ve muhalefet kendi iddialarının altını doldurmak adına Allah resulü adın söz uydurma yarışına girdiklerini  Emevi döneminde başlayan bu faaliyetin Abbasî döneminde zirveye ulaştığını  görüyoruz!
Büyük kopuşun alt yapısını oluşturan bu iddiaların altının  doldurulması için iki tarafta da  hadis borsası oluştu!.  Bu oluşumların bir tarafında  ehlibeyt,  diğer tarafta da  peygamber adına hadis uydurma faaliyetleri  başlar! Bu o kadar meşrulaşır ve önemsenir ki, hadis uyduranlar bununla cennete bile gideceğine inanmaya başlarlar!.  Her iki tarafta da dinde olmayan bir sürü hurafe ve yalanları hem peygambere hem de ehlibeyte söyletmişlerdir. Bunlarla kalsalar ya! Bu yalanları kullanabilecekleri ayetlerin altına koyarak Kuran’ı da bu sürece  ortak etmişlerdir! Bugün ayet anlamlarına bakıyorsunuz, aynı ayet şiilere farklı Sünnilere farklı bir şey söylüyor!!. Allah'ta tezat olur mu!!? Haşa!!! Hadis uydurmalarını nerden anlıyoruz denirse; Hz. Ebu Bekir sahabenin yaşadığı dönemde bütün valilere genelge göndererek hadisleri toplatır. Toplam 500 hadis çıkar. Bu kadarın içinde bile çelişkiler görünce Allah resulü bize Kuran’dan başka emanet bırakmadı diyerek onları yok ettiriyor. Bütün sahabenin hayatta olduğu bir dönemde beş yüz  olan hadis sayısının milyonlara ulaştığını görerek anlıyoruz.(https://butunyonleriylehadis.blogspot.com/
Sürecin devamında, insani yorumlar, iyi niyetle, belirli zamanların sorunu çözme konusundaki fıkıh hükümleri, içtihatlar, farklı kavimlerden gelen kültürler, dinde olmayan binlerce şey dinden sayılırken,  Kuran’ın  hüküm  belirlemede adı olsa da,   etkisiz yetkisiz  sevgi ve saygı boyutunda duvarlara asılı bırakılmıştır!  Kitabı anlamayı değil de okumayı amel edinenler, ne hikmetse Allah resulünden yaklaşık iki yüz elli üç yüz yıl sonra metin tenkidi yapılmadan toplanarak  Kuran’a, ahlaka, akla  ve kendi kendisi  ile çelişen doğru ve yanlışın iç içe geçtiği  rivayetler  yığınını  anlaşılır ilan ederek, Kitabın yerine oturtmuşlardır!. Tabiri caiz ise  tevhit ameliyat edilerek reforma tabii tutulmuştur. İslam kılıfı ile İslami ritüellerinde içinde olduğu nerdeyse yeni bir din ortaya konmuştur! Daha sonraki nesiller bu tezgahı fark etmeden  söz konusu rivayetlerin bir çoğunu ne yazık ki, Kuran'ın anlamı zannı ile din haline getirmişlerdir. Çelişkili rivayetler; günümüzde bir kısım Müslümanların tüm hadisleri reddetmesine, bir kısmının dinden uzaklaşmasına bir kısmının  ateist ve deist olmasına neden  olurken, diğerlerini de geçmişte  gruplara mezheplere, meşreplere, daha sonrada tarikatlara bölünerek parça parça olmasına neden olmuştur!. Farklı rivayetleri benimseyen her bir grup, kendilerini hak diğerlerini batıl görmesi yüzünden, kardeş olmaları gereken müminler bir birini kafir ilan etmeye başlamışlardır. Bugün her bir grup kendilerinin hak olduğunu ayetlere ve hadislere dayandırabilmekte, Kuran ve hadis herkese farklı şeyler söyleyebilmektedir! Bu ihaneti zamanında görüp, Müslümanları Kuran'a ve nebevi sünnete çağıran Hasan Basri, İmamı Azam, İmamı Zeyd, Akif, Ali Şeriatı, Ahmet El Katip  ve sonraki alimlerimiz ya cezalandırılmış yada itibarları yerle bir edilmiştir. Süniiler şia olmakla, şii olanda Sünnici olmakla suçlanmıştır! Rahatlarını bozmak istemeyenler, gelebilecek tepkileri göze alamayan korkaklar, hakikati gördüğünde kafalarındaki dinin bozulacağı endişesi içinde olanlar, ya susmaktalar! Yada çıkarlarına dokunduğu için bu gerçeği söyleyen herkese bütün çirkinliği ile saldırabilmekte!...
İslam toplumunun bir dört yüz küsur yıl dan beri içinde bulunduğu bu ortam  bir senaryo değildir. Bu kadar bölünmenin, çirkinleşmenin, ahlaksızlaşmanın kaynağı nedir! Kuranı ve nebevi sünneti anlamaması, anlayamaması!! https://sunnetnedirnedegildir.blogspot.com/
Mekruh saydığı bir eylemden kaçmak için onlarca haramın işlendiği, kendine göre sünnet, mubah, müsteap saydığı bir eylemi yapmak için yüzlerce farzın yok edildiği dindar toplum!!!

Gelinen nokta!..
İslam toplumları aklını kullanmayıp hurafe bataklığına saplanması yüzünden, bilimsel,  teknolojik, sosyal ve ekonomik gelişmelere ayak uyduramamış, topraklarını kaybetmiş birçoğu batılıların sömürgesi olmaya mahkum olmuşlardır!  Kaynaklarını akıllıca kullanmamış emperyalist ülkelere peşkeş çekmişlerdir.!   Bu  kadar aymazlığı, gerilemeyi kimileri batılıların oyununa, kimileri Müslümanların tembelliğine, kimileri de Kuran’ dışı uydurulmuş dinin insanlardaki düşünme akıl etme yetisinin yok edilmesine bağlamıştır.!

Neticede, günümüz Müslümanları tarihte hiç olmadığı kadar fakir, ezilmiş, aşağılanmış, zelil ve tefrikalara bölünmüş haldedir.  Karnı toklar acın haline ortak olmamakla birlikte, aşağılık bir hayat sürmektedirler. Açlık ve yokluk içinde olanlar eğitimden yoksun kaldıklarından kötülük üretenlerin etkisinde her yeni gün farklı amaçlara yönelik kullanılmaktadırlar! Kısaca Müslümanlar bir birine düşürülmüş,  bir birini öldürmeyi dinin bir emri hatta cihat sayma hadsizliğine düşmüş yada düşürülmüş durumdadır!  Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kendilerine yeni tartışma, kavga ortamı oluşturmada son derece maharetli olduklarını da göstermişlerdir! Daha önce mezhepler ve tarikatlar  üzerinde yürüyen tartışma, bu seferde dinin kaynağı “Kuran mı, hadis mi”.?...Alanına kaydırılmıştır!!!!.

Bir sorun varsa ki, var! Asırlardır  saklanmaya çalışılıp bir türlü üstü kapatılamayan bir tür tevhit ve şirk' in mücadelesi artık ap açık ortaya çıkmıştır!  Mesele din üzerinde oynanan oyunların bozulup hakikate ulaşılması ise,  Maksat rızai ilahi kazanmaksa, önümüzde örneğimiz var. Bu dini güzel bir şekilde yaşandığı bir zaman dilimi var. Allah'ın resulünün övülen örnekliği ve bunların neler olduğu açıkça kitapta belirtilmiştir.

   Allah’ın dininin aslına dönme konusunda atılacak her adımda,  kavga etmeden, bağırıp çağırmadan, tartışmaların ön yargısız bir şekilde sürdürülmesi, tevhidin, adaletin, aklın, şefkatin, özgürlüğün, mübaşire nin öncülüğünde Müslümanların fabrika ayarlarına dönmesi yönünde bir cabaya güzel bir katkı sağlamak varken...!

Kendimiz gibi düşünmeyenlere karşı bu çirkinlik, ötekileştirme,  iftira, şahsiyetlerini yok etmek...!  Bütün bunları kimin için, kim adına, neden yaparız? Hem de din Allah'ın, kavga niye bizim! Üstelik O böyle bir kavga istemezken! Bu çirkinlikten bir Allah rızası çıkar mı!..? Çıkmayacaksa insan kaybedeceği şeyin kavgasını yapar mı?

ALGILARDAKİ PEYGAMBER İLE KURAN’IN SÖZÜNÜ ETTİĞİ PEYGAMBER ANLAYIŞI!!!

Yüce yaratıcı kitabında her şeyin ölçüsünü belirlediği gibi, Resulünün de ne yapıp edeceğini,  görev alanı yetki ve sınırlarını belirlemiştir. Allah resulünü aşırı yüceltmeden,  ya da sıradanlaştırmadan Allah’ın dediği ölçülerde kabullenmek dini bir hüküm ve zorunluluktur.  Bu konu Müslümanlar arasında tartışmalı hale gelmiş, ilgili ayetlere anlam kayması yaptırılarak bir kısım Müslümanlar Allah resulünün görevi sadece tebliğ etmektir öğüt vermektir mealindeki ayetleri, diğer taraftan Resule uyan Allah’a da uyar anlamlarını içeren ayetleri bir birlerine karşı adeta silah gibi kullanır olmuşlardır. Oysa, anladığım kadarı ile tartışmanın kökünde söz konusu anlam içeren ayetlerin öncesi ve sonrasına bakılmadan  sure ve Kuran bütünlüğünden ayrıştırılarak  parçacı yaklaşılarak anlamlandırıldığından  yanlış sonuçlar çıkarılması neticesi sanki tezat varmış algısı uyandırıldığı görülmektedir.! Zira Allah’ta tezat olmaz. Tezatlık bizim bilgimiz dahilindeki yorumlarımızdadır.  Şöyle ki;

(Gâşiye: 21 “Öğüt ver, hatırlat! Çünkü sen ancak öğüt vericisin”. Derken 22 de ise “Onların üzerinde zorlayıcı değilsin” .”  Bir başka ayet (Neml: 92) de “O halde kim hidayete ererse, ancak kendisi için ermiş olur. Kim de saparsa, de ki: ‘Ben sadece uyarıcılardanım”
Bu konumda gelen ayet silsilesinde,  Allah’a ve muhataplara ait olan sınırlara girmemesi için Resule uyarılardır!. Mesela sen sadece tebliğ et onlar üzerinde baskıcı değilsin derken, ondan ziyadesine karışma, kişinin iradesine bırak!. Tebliğ ettiğin insanlar kabullenmezlerse ne üzül nede onlara baskı uygula. Dendiği gayet açıktır. Bu tür ayetler tebliğin ötesinde başka bir görevin yok anlamına asla gelmemektedir. Zira Kuran’ın başka ayetlerde de, O,  alemlere rahmettir, şahittir, uyarıcıdır, müjdeleyicidir, Allah'a çağırıcıdır,  ışıktır,  güzel  örnektir, vahyi açıklayan ve  uygulayandır, söz ve davranışları Allah Teala tarafından denetlenen ve yanıldığı takdirde uyarılan ve yanlışı düzeltilendir, Allah'ın ve meleklerin  yardımına mazhar olan, müminlere de, O'na yardım etmekle emrolunduğu kişidir.. denmektedir.
Kuran’da anlatılan resulle ilgili, amacından saptırılan  bir başka ayette "Resule itaat eden şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur"  ayeti ve benzerleridir ki, bunlar yorumlanırken;  Kuran bağlamından koparılıp  farklı mecralara çekilerek üzerinden  yüzlerce farklı görüş üretilen ayet silsilesindendirler! . Allah resulünü ikinci bir rab konumuna yüceltenimi,  kainatın onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı hikayesini mi!..? Allah’la sohbetinde Allah’ın buz gibi olan elini sırtında hissetmesi mi?..!!!!
Ayette ki itaat ölçüsünü aslında Kuran kendi içinde belirlemiştir. Resul neye itaat etti?- Allah’a.. Resul Allahtan gayri dine hüküm ilave edebilir mi? Hayır.. Dolayısı ile Resule itaat eden kime itaat etmiş olur? Elbette Allah’a .. Pekiyi  Resul itaatini ne ile gösterdi? Allahtan aldığı vahyi aynen muhataplarına tebliğ etmesi ve onu uygulaması ile. Tebliğ uygulamadan bağımsız olabilir mi? Olamaz çünkü  uygulaması olmayan bir şeyin aleni tebliğinden pek bir şey anlaşılmaz. Uygulaması olmayan bir tebliğ olsa idi, müminler arasında birlik beraberlik olmazdı!  Uygulamada tebliğin içindedir.  Neticede Allah resulü kendisine gelen emri tebliğ etti nasıl yapılacağının anlatarak uyguladı ve tavsiyede bulunda. Bundan öte onlar üzerinde baskı uygulamamak üzere de uyarıldı.
Necm 3 te “O, hevadan (Nefsine göre, Yani, kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz” ayetin gelince bu mekki bir ayettir. Mekkeliler Resule gelen her ayetten şüphe duyuyor, onu yalan, sihirbazlık ve  cinlerden yardım almakla itham ediyorlardı. Yüce Rab’ın bu ithamlara karşı, Resulün vahiy dediği hiçbir sözün kendi uydurması olmadığını  yönelik cevabıdır. Bu bağlamdaki ayetler sadece vahiyle ilgilidir.
Sonuçta, örnekliğe sahip çıkamamış, örnekliği taklitçiliğe çevirmiş bir  ümmetin bugünkü halinin nedeni aşırı yüceltme ve indirgemecilik değil mi?..! Yukardaki tercüme ayetlerde de görüldüğü gibi Resulün görevi sadece söz ile tebliğ değil, uyarılarak, uygulayarak öğreterek tebliğ etmektir. Bizim görevimizi de Kuran ölçüsünde ona uymaktır.                                                                         Resulün Kuran dışı günlük sosyal hayattaki davranışları,  kendine özgü alışkanlıkları, adetleri, kültürü, sevdikleri yada sevmedikleri bunları ifade etmek içinde sözleri vardır. Bunlar tamamen kişiseldir! Zira O  her şeyi ile  programlanmış iradesi elinden alınmış robot değil, insandır.. Her bir şeyini taklit etmek de  din  değildir. Allah resulünün bütün bu yönlerini görmezlikten gelip, O kuranı tebliğ etti, vazifesi bitti bizimle bağı koptu,  ya da onun her sözüne her hareketine her alışkanlığına  maksadı anlamadan Allah’a itaat eder gibi et yada taklit et  mantığı zannımca Kuran’a aykırılıdır. Bu konuda tek ölçü Kuran’dır.  Resulü Kuran’dan  bağımsız bir yerle oturtmak  kendini Müslüman yada  Kuran Müslümanıyım diyenlere asla yakışmamaktadır. Bir birinden farklı bu iki görüş mutlaka bir orta yolu bulmak zorundadır. Kimsenin Kuran ve uygulaması dışında dinde ıskonto ve artırıma gitme yetkisi yoktur.
                         Hüseyin KOÇ

ALİ ŞİASI NASIL SİYASALLAŞIP ŞİİLİĞE DÖNÜŞTÜ!..?


 

Şia anlayışı, Ali ve evlatları sevgisi dışına taşıp, Şiilik ideolojisine  dönme süreçlerinde Kuran ve nebevi örnekliği pek dikkate almamıştır! Başlangıç itibariyle, itikadı yönden sürekli değişen bir süreç yaşandığı söylenebilir! Şia' anlayışında da;  muhalefet olmanın,  zulme uğramanın, verdikleri sözde durmamanın, zaman zaman kısa dönemlerde iktidarda bulunmanın etkisiyle kendileri acısından olumsuz görünümde olan geçmişlerini tamir amacı ile geriye dönük bir hayli rivayet uydurulmuştur!..  Zamanla bunlar itikada dönüştürülmüş, Emevi saraylarında yapılan büyük hataların bir benzerleri de kendileri yapmıştır!   


  Şöyle ki;
 Hz. Peygamber'in soyundan gelen Meşhur alim Zeydi imamlardan İbn Murtaza'ın Hz. Ali’nin İmameti ile ilgili sahabe zamanı ile sonraki süreçte değişmeler olduğunu ifade etmektedir.
 "Rafızilerin mezhepleri, ilk devir geçtikten sonra ortaya çıkmıştır. Sahabe arasında, hiç kimsenin Ali hakkında açık,' mütevatir nassdan söz ettiği duyulmamıştır. Onlar, önce Ammar, Ebu Zer, Mikdat b. el- Esved'in de Ali'nin imam olduğu görüşünde olduklarım ileri sürmüşlerdir. Lakin, isimleri zikredilen bu kimselerin, Ebu Bekir ve Ömer' den teberru ettiklerini açıklamamış olmaları ve ikisine de, sövmemiş. (sebbetmemiş) olmaları, Rafızileri yalanlamaktadır. Öyle ki, onların iddialarının aksine; Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde Medâin, Ammar da Kufe valiliğinde bulunmuştur. ... Ali, Ammar ve Selman" (Tirmizi, Menâkib, 34).
 Eğer bu siyasi mücadele, dini bir mücadele olsaydı Selman Farisi hiç Hz Ömer döneminde valilik yapar mıydı? Hz Eyüp El Ensari, emevilerin ardına düşüp İstanbul’un fethine gider miydi? Kaldı ki bu iki güzide insan Şiilerin hakiki sahabe olarak benimsedikleri kişiler arasındadır!.


 Muhammed b. Hümeyd, Cerir'den, O da Sufyan'dan, O da Abdullah b. Ziyad b. Hudeyr'den rivayet ettiğine göre Abbullah b. Ziyad b. Hudeyr şöyle diyor:
“Ebu İshak Es-Sübey'î Kûfe'ye geldi. Şemr b. Atiyye, birlikte yanına gitmemizi istedi. Yanına gittik ve sohbet ettik.” Ebu İshak şöyle dedi:


“Ben Kûfe'de iken istisnasız olarak bütün Küfe ehli Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) faziletlerine inanıyor ve onları sair ashaba tercih ediyorlardı. Şimdi ise konuşabildikleri kadar konuşuyorlar. Vallahi ne dediklerine akıl erdiremiyorum.” Ebu ishak Osman'ın (r.a.) şahadetinden üç sene önce doğdu. Büyük alimlerden olan Ebu İshat uzun bir hayat yaşadı ve H. 127 de vefat etti. Ali'nin (r.a.) hilafeti esnasında çocuk olan Ebu İshak, Onun hakkında şöyle diyor:
 Ali (r.a.) Kûfe'de mimberin üstünde hutbe irad ederken babam beni kaldırdı. Onu beyaz saç ve sakalıyla gördüm.
 Ebu İshak'ın Kûfe'yi ilk defa ne zaman terk ettiğini ve ondan sonra tekrar Kûfe'yi ne zaman ziyaret ettiğini bilseydik, Kûfe'deki alevîlerin Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) ne zaman tercih ettiklerini ve ne zaman terk ettiklerini bilecektik.
 Ali (r.a.), Küfede Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) methederken aleviler de Tahkim (Hakem olayı) hadisesine kadar imamlarına muhalefet etmemişlerdir. Maalesef bu olaydan sonra haricîler ve onların bir fırkası olan İbâdiyye aynı istikamette kalmalarına rağmen alevîler imamlarına muhalefet ederek Hicri Birinci asırdan sonra Ebubekir ve Ömer (r.a.) hakkında ileri geri konuşmuşlardır.)


 Damure, Said b. Hasan’ın, Leys b. Ebi Selim'den aşağıdaki, sözleri işittiğini nakleder. Leys (Leys b. Ebi Selim el-Kureyşi el-Kûfi, âlim olup İkrime'den hadis nakletmiştir. Ma'mer, Şube ve Sevri'nin hocalarındandır. Küfe’nin en iyi âlimlerindendir. H. 143 te vefat etmiştir. ) şöyle diyor:
“İlk şiîleri gördüm. Onlar Ebu Bekir ve Ömer'e hiç kimseyi tercih etmiyorlardı.”
Ahmed b. Hanbel, Sufyan b. Uyeyne'den O da Halid b. Seleme’den, O da Mesruk'tan rivayet ettiğine göre Mesruk şöyle diyor : “
 “Ebubekir ve Ömer'i sevmek ve onların faziletlerini bilmek sünnettir.”
Mesruk, Kûfe'de bulunan en büyük tâbilerden idi. Tavus da aynı görüştedir. Aynı rivayet, İbni Mesud'dan da nakledilmiştir. İlk şiîler elbette Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) tercih edecekler. Çünkü Emirulmü'minin Ali'nin (r.a.):


“Bu ümmetin peygamberlerinden sonra en hayırlıları Ebubekir ve Ömer'dir.” dediği sabit olmuştur.
 Bu söz birçok yollarla nakledilmiş hatta seksen ayrı yoldan geldiği ayrıca beyan edilmiştir.
 Buhari yukarıdaki sözü El Hemdaniyyen (iki Hemedanlı) hadisiyle sahihinde nakletmiştir. Bu iki Hemedanlı da Ali'nin (r.a.) en samimi arkadaşlarından idi. Öyle ki Ali (r.a.) bir şiirinde onlar hakkında şöyle diyor:
 Cennetin kapıcısı olsaydım,
İki Hemadaniye selametle girin, derdim.
 Buhari'nin, Süfyan-i Sevri'den, O da Munzir'den (bu iki zat da hemedanlıdır) O da Muhammed b. El-Haneîiye'den rivayet ettiklerine göre, Muhammed b. El-Hanefiyye (Ali'nin (r.a.) oğlu) şöyle diyor:


“Babacığıma Rasulullah'dan sonra insanların en hayırlısı kimdir? diye sordum. Ebubekir'dir dedi. Ondan sonra kimdir? Diye tekrar sorunca; Ömer'dir, dedi.”
Muhammed b. Hanefiyye'nin naklettiği bu sözler, bizzat babası tarafından ve açık olarak mimberde halka açıklanmıştır.
 Yine Muhammed b. El-Hanefiyye'den rivayet edildiğine göre Ali (r.a.) şöyle diyordu:
“Beni Ebubekir ve Ömer'e (r.a.) tercih eden birisini bana getirirlerse, mutlaka Onu iftira cezasıyla cezalandırırım.”
Yin bu konu ile ilgili Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Muhammed Allah'ın elçisidir. O'nun beraberinde bulunanlar, inananlara karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı güçlü...” (Mâide: 5/54)
 Rasulullah, şiddet ve merhameti birleştiriyor, adalete uygun olanı emrediyordu. Ebubekir ve Ömer'de (r.a.) O'na itaat ediyorlardı. Böylece Onların hareketleri kemâl-i istikametle gerçekleşiyordu.
 Rasulullah vefat edince bu iki zat, ayrı ayrı Peygamberlerinin halifeleri oldular. Ama hem sahabenin hem de sahabeden biri olan Hz Ali nin kabul ettiği bu halifeleri, ne acı ki daha sonraları birileri  Ali adına reddetmişlerdir.
Şia gruplarından bazıları Masum İmam’ın hangi ırkiyattan geleceğini tespit edip ilan ettiklerinde umduklarını bulamamışlardır. Söz konusu imamları kendi yanlarında göremeyince, süreçleri masum imamlar adına tamamen kendileri yönetmeye başlamış bunun daha kolay olduğunu görünce imamların fikirlerine bir daha itibar bile etmemişlerdir. Onlar adına hem inanç akideleri oluşturmuş hem de mevcut iktidarlarla savaşa girmek istemeyen ehlibeyt mensuplarını pasifize ederek onun adına iktidarı ele geçirmek için siyasi mücadeleye girmişlerdir. Bu bilgiler bize kendini şia olarak adlandıran kişilerin metinlerinden gelmektedir. Ha şu denilebilir ki şia olan birisi kendi açıklarını neden versin? Bunun cevabını bulmak içinde kaynaklara bakıyoruz ki, göründüğü kadarıyla bir hakiki şia var. Bunlar tarihi olayları olduğu gibi bize yansıtan Hz Ali’yi ve ehlibeyti kan bağından ya da ırkiyat den dolayı değil onları kişisel özelliklerinden ve Hz Peygamberin yakınları olduğundan dolayı sevenler. Birde sonradan türeyen “Şiacılar” var ki bunlar çıkarlarını korumak için insanların içini acıtan olaylarla ilgili acitasyon yapmış destanlar ve tarih kurgulamışlardır.


Bu yetmemiş gibi hadis uydurmuşlar. Senoryalarını doğrulamayan reddeden Kuran’ın itibarını düşürmek için de farklı şekillerde kurana iftiralar atmışlardır. Bunlar tutmayınca da ayetleri tevil ederek uydurma yorumların adını İmam sözleri olarak yaymışlardır.


 Bizim konumuza esas olan grup hakiki  Ali şiası  değildir. Ali’yi diğerlerinden çok seversiniz. Haklı bulursunuz. İslama hizmette en başta olduğunu söyleyebilirsiniz. Bundan dolayı ilk halife olması gereken oydu diyebilirsiniz. Ona haksızlık yapılmıştır diyebilirsiniz. Bunlar insani tercihlerdir. Dinin konusu değildir. Zaten Ali ve arkadaşları sevilmeyecek birisi değildi ki! Onu ancak içinde Allah’a husumeti olanlar sevmez! Onlarında kim olduğu biliniyor!.


 İnsani olanlarla insani duyguları, bir takım siyasi ayak oyunlarını,  bir birine karıştırarak hakikatlerin önünü yüzlerce yıldan beri kapatan ve uydurma anlayışlardan çıkar sağlayan islamı farkında olarak ya da olmayarak bölmeye çalışan, daha kendi içinde birlikteliği sağlayamadan bütün İslam alemine savaş açan zihniyetedir, bütün inananların sözü…
Şiacılar Zayıf kaldıkları dönemlerde dışarıya karşı kendilerini saklama ihtiyacı duyduklarında diğer insanlar gibi görünmüşlerdir. Bunu hazmedemeyen kendi taraftarları bu ikiyüzlülüğe karşı çıkınca bu durumu kurtarmak için dine, Takiyye’yi inancını vazgeçilmez bir unsuru olarak ilave etmişlerdir.


 Yukarda belirtilen hususların daha iyi anlaşılması için şu örneği verebiliriz.
 Hz Hasan’dan sonra imam olarak onun çocuklarından biri değil de neden Hz Hüseyin İmam olmuştur, Eğer imamlık kardeşten kardeşe geçiyorsa daha sonraları bu süreç neden böyle yürümemiş hep babadan oğula geçmeye başlamış!. Eğer bu secim liyakate göre seçiliyorsa neden Hz Hüseyin’in diğer hanımından olan cesur ve atılgan oğlu Ömer değil de, kasını ye muharebesinde ölen İran Kralı Yezdicet n kızı şehrebanu ile evliliğinden doğan pasif kabuğundan dışarı çıkamayan Zeynel Abidin diye bildiğimiz kişi imamlığa getirilmiştir. (Hz Hüseyin’in fars kralının kızında olma Zeynel Abidin’den imam neslinin devam etmesi tesadüfü bir olgu değildir) buraya bakınız.


 Kaldı ki sürekli pasif konumda kalan Zeynel’. Eline kıyam için birçok fırsat geçmesine rağmen kılını kıpırdatmamıştır. Medine halkı Yezit’e isyan ederek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. (Tarihi, Taberî, c. 7, s. 3 -13; İbn-i Esir, el kâmil, c. 4, s. 40 -41 ve İbn-i Kesir, el bidaye, c. 8, s. 216; İbni, Abdirabbih, Ikdu'l-Ferid, c. 4, s. 388)
 Bundan başka İbni Zübeyir, Mekke’de yeni bir devlet kurmuştu. Dikkate değer bir şey ise, Emeviler, Mervan döneminde en zayıf anlarındayken aynı dönemde Irak’ta Muhtar Es-Sekafi tarafından Küfe merkezli güçlü bir Şii devlet teşekkül etmişti. (Taberi, Tarih c. 7, s. 100-110; Dineveri, Kitabülahbar s. 290-295; İbni Esir, El-kâmil c. 4, s. 112-116). Bütün bu fırsatlara karsın en küçük bir risk almayan Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’den ve de Emevilerin sözünden çıkmamıştır. Zeynel bu devlete gitmeye, hatta bu devletten gönderilen paraları yemeye bile cesareti yoktu. (İbn-i Sa'd-Tabakat c. 5, s. 213 ) denilmektedir. Eğer imamlık Zeynel’e bizzat ALLAH tarafından verildiyse, bu fırsatları kullanmadığı, hatta en ufak bir girişimde bile bulunmadığı için büyük bir cürüm işlemiş olmaz mı? Buna rağmen Zeynel’in rakipleri arasından seçilmesinin tek bir sebebi vardır: Hz Muhammet’in değil, son İran şahı Yezdücerd’in torunu olmasıdır. İşte İran kökenli Şiiler Zeynel Abidin ve onun çocuklarını mazilerindeki kralın konumuna, koymuşlar söz konusu imamları da olağan üstü güçlerle donatmışlardır. başka birilerini asla İmam olarak kabul etmezler. Neticede bugün 12 imam adı ile tanımlanan kişilerin hepsi bu ananın çocuklarıdır. Diğer şia gruplarından olan zeydileri ve ismailileri asla tanımazlar. Hz Hasan’ın çocuklarından her hangi birinin imam olmaya da hakkı yoktur. Ne de bugün adları bilinmektedir!
İşte imamet seçiminin nasıl yapıldığını konusunda tarihe baktığınız zaman bu seçimin tamamen bir ırkiyata dayandığını sondan da durumu kurtarmak için bir hadis uydurulduğunu görüyoruz “ Kuleynî: “Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir.. Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açtı onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları kendinle beraber saadet için götür. Sen olmaksızın onlara saadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi....” Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevat Mustafa), Tahran? II, 28-29
“Ancak bu hadis metni ile insanların kafasındaki soruların giderilemeyeceğini düşünen Şiacı alimler, yine sonuca göre yeni yorumlar yapmak durumunda kaldılar. Nasıl mı?
Hz Hasan Muaviye ile savaşa girmeden halifeliği devretmesi, Hz Hüseyin’in kıyam ederek şehit olması, Zeynel Abidin’in kıyama girişmeyip bütün ömrünce dua ile geçirmesi bunun adı da “dua ile kıyam “ etmesi, İmam Cafer’in siyasete bulaşmayıp ilimle uğraşması, gibi. Diğer imamların hayatlarında öne çıkan davranışlardan ne varsa.
 Bunlar bu davranışlarını kafalarına göre yapmadılar.
 Ya!....?
 Bunu da Allah’ın emrine göre yaptılar! İşte vasiyet! Kim ne diyebilir? O zaman sorabilir misiniz Hz Hasan’ın çocuklarından birisi neden imam olmadı? Hz. Zeyd kıyama kalkıştı, şehit oldu, onu neden imam sayılmaz? Zeynel Abidin hayatı boyunca elinde onca fırsat varken, neden kıyam etmedi? ya da kurulan şii devletinin başına geçmedi! Sorularını sorduğunuz zaman verilen cevap çok ilginç değil mi!::? Hani yalan bir rivayet var ya! İmamlara verilen bir kitap, vasiyet!.. Güya imlar vasiyeti okuyorlar, kendileri için, Allah orda ne buyurmuşsa onu yapıyorlar!.  Diyelim ki öyle.. Hem bu yalana inanıp hem de, imamet bu imamların hakkıydı iddiası bir birini çürütmüyor mu!?  O zaman Hasan'ın vasiyetinde haşa Allah  iktidarı Muaviyeye teslim  et mi dedi! Eğer öyle dediyse Muaviye ile derdiniz ne demezler mi adama!
İslam’da yönetim şunun bunun hakkı değildir. Allah kitabında ehliyet ve liyakatı getirmiştir. Bir toplum başına ehliyet ve liyakatlı birilerini değil de, yönetimde zayıf olanlar,  sahtekarları getirirse cezalarını kendileri çeker. Osman çok iyi bir insan olabilir. Nitekim de öyledir. Ama son altı yılda yönetimi kendi akrabalarından olan hırsıza arsıza valilikleri iktidar gücünü teslim etmesiyle kendisinin şehit edilmesine bir noktada zemin hazırlamış olmadı mı? Ondan sonraki bütün fitne hareketleri bu zayıf yönetimin sonuçları  değil mi?
Eğer Ömer sonrası daha ehliyetli olan Ali iktidar yönetimine getirilse idi belki bugünkü fitne ayrıcalık olmayacaktı!.
Acaba şöyle bir soru sorsak cevabı ne ola ki!!?.


 Bu vasiyetten Hz Zeyd’in haberi var mıydı?
Galiba yoktu. Olsaydı Zeynel Abidin’in imamlığını kabul ederdi. Eğer böyle bir vasiyet var idiyse, Muhammet Bakır bunu Hz. Zeyd’e gösterebilirdi! Ya da neden göstermedi?
 Görülüyor ki, bu vasiyet de sorunu çözmeye yetmemiş! O zaman ne yapmalı? Bu sefer Kuran’a müracaat etmeli. Masum bir imam adıyla konuya uygun bir ayet bulup tevil ettirilip sonuca gidilmesi en doğru yol. Hem bu yöntemle ehlibeyt konusuna da netlik getirilmiş olur!.
İşte Meşhur her derde çare bulan Kuleyni’ nin, El Kâfi’ si. Bu sorunu da çözmüş görünüyor. El Kafi, 753 nolu hadis


“... Abdurrahim b. Revh el-Kasir şöyle rivayet etmiştir: Ebu Cafer’e (Muhammed Bâkır): “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar.” (Ahzab 6) ayeti kimin hakkında indi?” diye sordum. Buyurdu ki: “Ayet velâyet ve imamet hakkında inmiştir. Bu ayet, Hüseyin’den sonra, onun çocukları arasında uygulamaya konulmuştur. Dolayısıyla biz, imamete ve Resulullah’a, Muhacir ve Ensar’dan oluşan diğer Müslümanlardan daha yakanız.” Dedim ki: “Cafer’in çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” “Hayır.” dedi. “Abbas’ın çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” diye sordum. “Hayır.” dedi. “Abdulmuttalip oğullarının bütün boylarını saydım.” hepsi için “Hayır.” diye cevap verdi. Bu arada Hasan’ın çocuklarını unuttum. Bir daha yanına girdiğimde: “Hasan’ın çocuklarının bunda bir payı var mıdır?” diye sordum, “Hayır.” dedi. “ALLAH’a yemin ederim ki, ey Abdurrahim! Bizim dışımızda hiçbir Muhammedi’nin bunda bir payı yoktur.”


Ehlibeyt anlayışı önce kutsallaştırılmış sonrada bir takım evrelerden geçmiştir! Önceleri  Peygamberimizin eşleri ve kendi evinde barınan çocuklarını kasteden ehlibeyt kavramında iken, önce, Hz. Muhammet’in eşleri, sonra duruma ve koşullara göre tüm Haşimiler, tüm Ebu Talip soyu çıkartılmıştır. Daha sonra da sadece  Hz.Ali ve Fatma soyu ile daraltılarak tek bir kanal yöneltilmiştir!  Müslümanlar içinde fitne daha fazla büyümesin, Müslümanların kanı boşuna akıtılmasın diye mecburen iktidarı  Muaviye ye vermek durumunda kalan  Hz. Hasan’ı bir çok şiacı zihniyet kabahatli sayarlar! İmameti muaviyeye verdi diye!  Hasan suçlu görülmesi nedeniylede İmametin devamında soyunu bir şekilde kesmişlerdir!!  Hz Hüseyin’in soyu da, ancak İran Şahının kızı vasıtasıyla gelen Zeynel Abidin’in nesli ehlibeyt zümresinin tek temsilcisi olarak kalmıştır!!.
İşte din böyle kurgulanır. İşte Tarih böyle şekillendirilir.
 SONUÇ. Şiacılar siyaseti yürütürken de din kuralları koyarken de imamların görüşlerine hiç itibar etmemişlerdir. İşlerine nasıl geldiyse mevcut ortamda durum nasıl kurtarıla biliniyorsa öyle davranmışlar. Dini yaşam içinde çok güçlü gösterdikleri “imamet”, onlar için sadece kukla olarak kullanılmıştır.
 Pekiyi bütün bu süreçler yürürken ehlibeyt boş mu durmuş?  Tabi ki boş durmamış, her birisi Allah yolunda tevhidi bir hayat sürmüş ellerinden geldiğince kendileri dışında kalan siyasetin pis ayak oyunlarına alet olmamışlar. Bu yolda şehit edilenlerin hayatı incelendiğinde de görülecektir ki onlara ihanet eden kendilerini şia olarak tarih efen sözlerinde durmayan, ihanet eden yapılar olduğu görülecektir.