5 Aralık 2011 Pazartesi

İmametin Oluşturulmasında Kan Bağının Takip Edilmesi Tesadüfmü?





 Rasulullah vefat edince yerine Hz Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali Peygamberlerinin halifeleri oldular. Pekiyi, ilk seçimde sürece Hz Ebu Bekir ve HZ Ömer’in müdahalesi olmasaydı, Hz Peygamberin cenazesi başında bulunan Hz Ali’ye halifeliği bırakacaklarımıydı? Elbette ki hayır!. Pekiyi Hz Ebu Bekir ya da Ömer Hz Ali nin halife yapılmasını orada teklif etselerdi, kabul görecek miydi? Yine de hayır. Çünkü ensarın  halife tayini konusunda bir araya geldiği mekanda, ilk önce muhacirden kimse yoktu. Onlar kendi aralarında bu hakkın kendilerine ait olduğunu iddia ediyor ve konuyu tartışıyorlardı. Daha sonraları Hz Ebu Bekir, Ömer ve diğer muhacir geldikten sonra ki tartışma sürecinde ensar ve muhacir Hz Ebu Bekir’in halife olmasına karar vermiştir. Her ne kadar Hz. Ebu Bekir bunu istemese de bu halka onun boynuna takılmıştır.1  Bu planlanmış bir süreç değildi.  Aceleye getirilen bir şeyde yoktu. Makam mevki paylaşımı da değildi. Oradaki tek amaç  ümmetin geleceği nin sıkıntıya düşmemesi idi. Şartlar çok kötü gelişmekteyken onlar mevcut çözümü bu şekilde  buldular. Orada Hz. Ali olsaydı sonuç değişirimiydi? Onu Allah bilir!. Çünkü bulunulan ortamda  halifelikle ilgili Hz Peygamberimizin  her hangi bir vasiyeti  konuşulmamıştı. Eğer böyle bir vasiyet olsaydı ilk tercih vasiyet üzerine olacaktı. Olmadığı için bu hakkın öncelikli  ensarın mı,  muhacirin mi? Sorusunun cevabını bulmaya yönelikti. Sonuç bu. Bu süreç i akıl oyunlarıyla bulandırmaya çalışmanın kimseye bir faydası yoktur. Ancak fitneye malzeme sağlamaktan başka.
Ama hem sahabenin onay verdiği,  hem de sahabeden biri olan Hz Ali nin, biraz gecikmeli de olsa  onayladığı,  Resullahın halifelerini, ne acı ki, daha sonraları Ali adına reddetmişlerdir. Bununla da yetinilmeyip, bütün bir tarihi, hadis külliyatını, ve tefsirleri bir ideolojiye dönüştürülen anlayışa göre dizayn edilmişlerdir. Nasıl mı?
Şia gruplarından bazıları önceleri alim bir İmam olarak kabul ettikleri ehlibeyt mensuplarını daha sonraları, aşağıda belirtildiği üzere  safavi  geleneğinin devamı konumuna getirerek söz konusu imamları masumlaştırıp büyük yetkilerle donatmışlardır.  O günkü şartlarda Peygamber torunları, yönetimin baskı ve  zulmüne karşı, kuvvet oluşturma durumlarında zaman zaman bunlarla bir araya gelmiş olsa bile, bunların niyetlerini öğrenip ne yapmaya çalıştıklarına şahit oldukça onlardan beri olmuşlardır. Bu kondu gerek Muhammed Bakır gerekse İmam Cafer’in çok açık sözleri mevcuttur.  Bu anlamda imamları kendi yanlarında göremeyen şia, süreçleri masum imamlar adına tamamen kendileri yönetmeye başlamışlardır. Bunun kolaylığı onları şımartmış, imamların fikirlerine bir daha itibar bile etmemişlerdir. Onlar adına hem inanç akideleri oluşturmuş, hem de  mevcut iktidarlarla savaşa girmek istemeyen ehlibeyt mensuplarını, pasifize ederek onların adına iktidarı ele geçirmek için siyasi mücadeleyi yürütmüşlerdir. İslami bilgiden yoksun  hissi melankonik bir anlayışla  kendi geleneklerini  İslama yamamak isteyen,  Muhalif siyasi anlayışlarını  dini ayrıcalık haline getiren,  tarih, hadis ve tefsiri bu anlayış üzere kurgulayanları kısaca Şiacı olarak tanımlarsak mesele daha kolay anlaşılacaktır. Çünkü  bunlar çıkarları  uğruna  insanların içini acıtan destanlar ve tarih üretmiş, bu yetmemiş hadis uydurmuşlardır. Senoryalarını doğrulamayan  reddeden Kuran’ın itibarını düşürmek için de  farklı şekillerde Kurana iftiralar atmışlardır.2  Söz konusu kaynaklara bakıldığında dudakları uçuklatacak türde yalanlar iftiralar ve saptırmalar olduğu görülecektir. Bunlar tutmayınca da ayetleri yanlış tevil ederek uydurma yorumların adını İmam sözleri olarak yaymışlardır.
Bizim konumuza esas olan grup hakiki şia değildir. Onlar, Hz Ali’ ve çocuklarını kan bağından ya da ırkiyat den dolayı değil de, onları kişisel özelliklerinden ve Hz Peygamberin yakınları olduğundan dolayı seven ve kendilerini şia olarak tanıtanlardır. Konuya esas muhatap
 Kültür ve gelenek ve siyasi ikballerini din ile karıştırarak hakikatlerin önünü yüzlerce yıldan beri kapatan ve uydurma anlayışlardan çıkar sağlayan, farkında olarak ya da olmayarak, İslam bölmeye çalışan, kendi içinde birlikteliği sağlayamadan, İslam alemine savaş açan,  zihniyetedir, bütün inananların sözü…
 Şiacılar ilk siyasallaşmaya başladıklarında dışarıya karşı kendilerini saklama ihtiyacı duyarak farklılıklarını saklamışlardır. Kendi taraftarları bu ikiyüzlülüğü hazmedemeyip karşı çıkanca durumu kurtarmak için dine, Takiyye’yi inancını  ilave etmişlerdir.3  İmam Sadık’a nispet edilen “takıyye benim ve atalarımın dinidir! Gibi Hadislerle kurumsallaştırmışlardır. Bu yetmezmiş gibi imamların halk içinde söyledikleri söz ile,  Şiacıların   İmamlar adına söyledikleri aynı konudaki sözlerin  bir birinden farklı olmasını  sorgulayanlara da,  “imamlar halkın içinde Takiyye yaptığı için farklı konuşuyor” diyerek imamları iki yüzlü konuma sokmuşlardır. Bununla ilgili hadisleri Şianın Takiyye Anlayışı mevzuunda anlatılmıştır.  Sonuç olarak, masum insanları yüzyıllardır ürettikleri yalanlarla, imametin masumiyeti ilkesiyle aldatmışlar, fitneyi  her alanda her konumda Takiyye altında  kullanmışlardır.
Bu süreci bütünüyle incelediğinizde bu yapılanmanın uzun vadede ve çok planlı bir şekilde devam ettiğini görürüz.

Hz Hasan’dan sonra imam olarak onun  çocuklarından biri değil de, neden  Hz Hüseyin İmam olmuştur? Eğer, imamlık kardeşten kardeşe geçiyorsa daha sonraları bu süreç neden böyle devam etmemişte, babadan oğula geçmeye başlamıştır!?.  İmamette maksadın biri de imamların devlet başkanı olmasıysa, imam seçiminde buna neden dikkat edilmeyip, Hz Hüseyin’in diğer hanımından olan cesur ve atılgan oğlu Ömer değil de,  kasınıye muharebesinde ölen İran Kralı Yezdicet’in kızı şehrebanu  ile evliliğinden doğan,  yapısı itibariyle yumuşak Zeynel Abidin diye bildiğimiz kişi imamlığa getirilmiştir. Zira zeynel, eline kıyam için birçok fırsat geçmesine rağmen Şiilerin amacına yönelik kılını kıpırdatmamıştır.  O dönemde Medine halkı Yezit’in zulmüne isyan ederek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi.4 Bundan başka İbni Zübeyir, Mekke’de yeni bir devlet kurmuştu.  Dikkate değer başka bir şey ise, Emeviler, Mervan döneminde en zayıf anlarındayken aynı dönemde Irak’ta Muhtar Es-Sekafi tarafından Küfe merkezli güçlü bir Şii devlet teşekkül etmişti.5 Bütün bu fırsatlara karsın Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’den çıkmamış, yönetime en ufak bir isyan girişiminde bulunmamıştır.6 Denilmektedir.
Oysa şia inancında imamların  imametin gereği iktidarın başında olması gerek çünkü devlet ancak onlarla yönetilmelidir. Acaba  Allahın sevgili kulu  Zeynel  bu konuları Şiacılar kadar bilmiyor muydu da,  onların amaçlarına hizmet etmedi! Araştırmalarımın bütünde gördüğüm Hz Zeynel,  önüne bir çok  fırsat geçmesine karşın, ne şii devletinin kuruluşunda onların yanında yer almış, ne de kendi başına da siyasi bir eyleme geçmiştir. Siyasi Şiacılarla, imamların bir alakasının olmadığını buradan da anlamak mümkündür. Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’de yönetimin baskı ve  zulmünden fırsat buldukça zamanını, fakirin fukaranın ihtiyaçlarını gidermeye ve ibadete ayırmıştır. Bilmedikleri biri tarafından kapılarına ihtiyaçlarının konan fakirler, ihtiyaçlarının gelmediği gün, Zeynel’in ölüm haberini almalarından sonra yardımı kimin getirdiklerini anlamışlardır. Böylesi takva ehli Allah’ın evliyası Emevilerin zulmüne karşın bile Şiacıların yanında yer almamış ve kendini imam ilan etmemiştir. Çünkü onun imamet anlayışı Şiacıların içini doldurduğu bir anlayışla bir değildi.
Zeynel’in  yönetimden gördüğü sıkıntılarına zerre kadar ilgi göstermeyen Şiacılar, Onun adını kullanarak devlet kurmayı ve yönetmeyi ihmal etmemişler, yönetimin başına da getirmeyi her nedense düşünmemişlerdir. Mesela şii Fatımi devletinin başında hiç bir imam var mıdır?
Eğer imamlık Zeynel’e bizzat ALLAH tarafından verilmiş olsaydı Zeynel, bu fırsatları kullanır, Allahın emrine itaat eder, zulümle başa baş dişe diş mücadele edebilirdi., Ancak Şiacılar tarafından Zeynel’in rakipleri arasından seçilmesinin tek bir sebebi: Hz Muhammet’in değil, son İran şahı Yezdücerd’in torunu olmasıdır. İşte  Safevi  kökenli Şiiler, Zeynel Abidin ve onun çocuklarını mazilerindeki kralın konumuna  koymuş, imamet yetkilerini kralın yetkileriyle örtüştürerek Zerdüştlük geleneğinin devamı haline getirmişlerdir.. Zerdüştlükte  “kralın kararları ve yasaları bizzat tanrının vah yetmesidir. Bundan dolayı memleketin kanunlarının temeli tanrısal bir iradeye dayanır. Bu kanuna karşı gelmek, ilahi iradeye karşı gelmektir”. İmama karşı gelmekte aynen öyledir.  İmamların masumiyeti düşüncesinin Fars diyarında (İran) ortaya çıkışı ile  bugüne değin halen varlığını sürdürmesi, aynı zamanda  Ömer düşmanlığının orada yeşertilmesi tesadüfî değildir. İranın yanında Irak da, eski medeniyetlerin birleştiği bir yer ve Irak'ta Fars ve Keldanî ilimleri ve bu milletlerin medeniyet kalıntıları bulunuyordu. Ayrıca bu ilimlere Yunan felsefesi, Hint düşünce¬si katılmıştı. Bu medeniyet ve düşünceler Irak'ta birbirleriyle yoğruldular. Böylece Irak, îslâm fırkalarının birçoğunun meydana geldi¬ği bir yer olmuştur. İmamet ve yetkilerinin ilhamı bu kültürden geçmedir. Bu ırki yakınlığın dışındaki her hangi bir ehlibeyt mensubu imam olamaz,  kabul da etmezler. Bu böyle söylenmezse de uygulama budur. Neticede bugün 12 imam adı ile tanımlanan kişilerin hepsi bu ananın çocuklarıdır.  Yine onlara göre her dönemde bir imam olmalıdır çünkü örnek aldıkları  zerdüşlükte kral bir tanedir. Yetkilerini kimseyle paylaşmaz.  Ancak,  Zeyd ‘e göre aynı dönemde birden fazla imam olabilir. İmam olan kişi, imamlığını ilan etmesi gerekir. İmam Bakır’a göre babası  Zeynel Abidin bir kere  bile imamlığını ilan etmemiştir. O zaman İmam Zeyd’in görüşünden  babası Zeynel Abidin imam olmadığı ortaya çıkmaktadır. Durum böylesi karışıktır. Bu görüşlerin bir birine uymamasının sebebi İmamlığın önceden tarif edilmiş net ifadesi olmadığıdır. İmametin; Adalet, İlim, takva ve züht’ün hayat haline getirmesiyle kendiliğinden ortaya çıkan bir durum olduğudur.  Yoksa birilerinin imam tayin etmesiye ifadesini bulacak bir olgu değildir.   İmam Zeyd’de  İmam  Muhammed Bakır’ zamanında imamlığını ilan etmiş, zulme baş kaldırmış, savaşı kazanmaya ramak kala kendilerini şia olarak adlandıran  gruplar Zeyd’e Ashap düşmanı olmadığı için ihanet ederek 7  Rafizi olmuşlardır.  Yine İmam Cafer zamanında kardeşi  Abdullah  kendini  imam olarak ilan etmiş fakat uzun yaşamamıştır.  Abdullah ve Zeyd’in imamlığını ilan etmesi aslında Şiacıların imamet konusundaki  teorilerinin tamamen uydurma olduğunun da delilidir. Eğer imamet vasiyet yolu ile gelmiş olsaydı böylesi seçkin ilme sahip ehlibeyt mensupları kendi babalarına ya da kardeşlerine karşı imamlık iddiasında bulunmazlardı.  Yine imamet teorisinin İslamla alakası olmadığını, Hz Hasan’ın torunlarından büyük alim Hasan el Müsenna’ şu görüşüyle ifade etmiştir. “ Dedem Hz Peygamber’den yine dedem Hz Ali’ye halifelik konusunda her hangi bir vasiyet olmamıştır”.8
İmamet seçiminin nasıl yapıldığını konusunda tarihe baktığınız zaman, Hz Hüseyin sonra tamamen bir ırkiyata yani Allah resulünün nübüvvet mirasının kan bağı yolu ile geçtiği inancıyla oluşturulan  imamet teorisinin hakikate dönüştürüldüğü  görülmektedir. Ebu talib’in kurtarılma çabaları, Hz İbrahim’in esas babasına  “babası değil amcasıdır”, Çünkü o günlerde amcaya baba denirdi” gibi Kuran metnini  yalan yanlış tevil etmeleri de   bunun bir devamıdır.!
Netice itibariyle Hz Hasan Muaviye ile savaşa girmeden halifeliği devretmesi, Hz Hüseyin’in kıyam ederek şehit olması, Zeynel Abidin’in kıyama girişmeyip bütün ömrünce dua ile geçirmesi (“dua ile kıyam “) İmam Cafer’in siyasete bulaşmayıp ilimle uğraşması, gibi. Diğer imamların hayatlarında öne çıkan davranışları ile  Şiacıların onlara biçtikleri alan birbirine uymayınca bunu da  izah etmek için yeni bir yöntem geliştirmişlerdir.
Masum imamların bu  davranışlarını kafalarına göre yapmadıklarını taraftarlarını ikna etmek için, şu hadisin uydurulduğuna şahit oluyoruz.“   Kuleynî: “Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir.. Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açtı onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları kendinle beraber saadet için götür. Sen olmaksızın onlara saadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi....”9  Haşa Allah’tan gelen bu vasiyetten sonra hangi şia bu hususları tartışabilir?  İmamlar adına uydurulup da altına imamlardan her hangi birinin adının konularak   Kuleyni’ nin kitabında yer alan sayısız haberlere kim itiraz edebilir!.?
Kuran’ın, İmamette ırkiyati  ya da kan bağını  değil de, iman’ bağını öne çıkarmasına bunu da apaçık ilan etmesine rağmen,  Kuran’ın gerçeğine değil uydurdukları hadislere ve yalan  yanlış tevillerine itibar etmeye devam etmişlerdir.  Mesela Hz. Nuh’un oğlu iman etmedi ği  için. “ O çocuk Nuh’un çocuğu değildir”.  Diyerek Hz. Nuh’un karısına zinadan peydahladığı iftirasını yaparlar.  Sözün kısası kendi teorilerinin ardında durmak için önlerinde hiçbir engel tanımazlar!. Haşa Kuranı bile!  Kuranda vasiyetle ilgili ayet çıkartılmıştır görüşleri meşhurdur.
Sonuçta bu.  inanç için asıl olan “vasiyet”tir.! Kim ne diyebilir? O zaman sorabilir misiniz, Hz Hasan’ın çocuklarından birisi neden imam olmadı? Zeynel Abidin hayatı boyunca elinde onca fırsat varken, neden kıyam etmedi? ya da kurulan şii devletinin başına neden  geçmedi?!  Çocukken ölen, ancak bakıcıları tarafından  devletçe ödenen parayı almaya devam etmek için öldüğü saklanan, daha sonra bunun açığa çıkması  üzerine,  mağarada kaybolduğu ilan edilerek durumun kurtarılmaya çalışıldığı on ikinci imam hikayesini kim sorgulayabilir?......
Neden imamlar imametin gereğini yerine getirmediler? Sorusuna hazırlanmış cevap,  imamlar kendiyle ilgili vasiyeti açtı baktı orada ne yazıyorsa onu yaşadı!
Farklı bir soru  sorabilir miyiz.
Bu vasiyetten Hz Zeyd’in, Abdullah’ın haberleri  var mıydı?
Galiba yoktu.  Eğer olsaydı  mevcut davranışlarını  sergilemezlerdi.
Görülüyor ki  imamların kim olacağı konusunda uydurulan vasiyet tek başına  sorunu çözmeye yetmemiş! O zaman ne yapmalı? Bu sefer Kuran’a müracaat etmeli. Masum bir imam adıyla konuya uygun bir ayet bulup tevil ettirilip sonuca gidilmesi en doğru yol. Hem bu yöntemle ehlibeyt konusuna da netlik getirilmiş olur!.
İşte Meşhur her derde çare bulan Kuleyni’ nin, El Kâfi’ si. Bu sorunu da çözmüş görünüyor.10
“... Abdurrahim b. Revh el-Kasir şöyle rivayet etmiştir: Ebu Cafer’e (Muhammed Bâkır): “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar.”11 ayeti kimin hakkında indi?” diye sordum. Buyurdu ki: “Ayet velâyet ve imamet hakkında inmiştir. Bu ayet, Hüseyin’den sonra, onun çocukları arasında uygulamaya konulmuştur. Dolayısıyla biz, imamete ve Resulullah’a, Muhacir ve Ensar’dan oluşan diğer Müslümanlardan daha yakanız.” Dedim ki: “Cafer’in çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” “Hayır.” dedi. “Abbas’ın çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” diye sordum. “Hayır.” dedi. “Abdulmuttalip oğullarının bütün boylarını saydım.” hepsi için “Hayır.” diye cevap verdi. Bu arada Hasan’ın çocuklarını unuttum. Bir daha yanına girdiğimde: “Hasan’ın çocuklarının bunda bir payı var mıdır?” diye sordum, “Hayır.” dedi. “ALLAH’a yemin ederim ki, ey Abdurrahim! Bizim dışımızda hiçbir Muhammedi’nin bunda bir payı yoktur.”
Peygamberimizin eşleri ve kendi evinde barınan çocuklarını kasteden ehlibeyt kavramından, önce Hz. Muhammet’in eşleri, sonra duruma ve koşullara göre tüm Haşimiler, tüm Ebu Talip soyu çıkartılmıştır. Daha sonra Hz. Ali ve Fatma soyu iyice daraltılarak tek bir kanal yöneltilmiştir.   Haşa zaten Hz. Hasan’ın kabahatli biriydi! İmameti muaviye ye vermekle. Onun soyunu da fazla uzatmadan bitirmek gerek!. En sonunda Hz Hüseyin’in soyu da, ancak İran Şahının kızı vasıtasıyla gelen Zeynel Abidin’in nesli ehlibeyt zümresinin tek temsilcisi olarak kalmıştır.
İşte din böyle kurgulanır. İşte Tarih böyle şekillendirilir. Diğer İslam alemi bu konuda sınıfta kalmıştır!. Ne yapmıştır.  Hadis imamları  sağlam ravilerden  topladıkları  katışıksız rivayetleri,  Şiilerin işlerine yarar ya da yaramaz her hangi bir ayrım  akıllarının ucundan bile geçirmeden kaynaklarına almışlardır. Doğruyu yalandan ayırmışlar ama Şiacılar gibi iyi bir kurgulama yapamamışlar!  Buna rağmen Şiilerin işine yarayan bir işi yapmaktan da  geri kalmamışlar. Yalancı ve koyu şia olarak bilinen kişilerin tarih rivayetlerini kaynaklarına almışlardır.
Sonuç. Şiacılar; siyaseti yürütürken de, din kuralları koyarken de, imamların görüşlerine hiç itibar etmemişlerdir. İşlerine nasıl geldiyse mevcut ortamda durum nasıl kurtarılabiliniyorsa öyle davranmışlar.  Dini yaşam içinde çok güçlü gösterdikleri  “imamet”, onlar için sadece kukla olarak kullanılmıştır.

Burada Hz. Hüseyin neden imam yapılmıştır sözü onun yanlış olduğu ile alakalı asla değildir. Hz. Hüseyin müslümanların bütününün göz nuru ve idealidir. Meselenin anlaşılması için akıl edilip düşünülmesi masadı ile sorgulama yapıldığı bilinmelidir.

 1 Prof Dr. Muhammed Hamidullah “İslam Peygamberi 2.cilt
2 Kuleyni, Kafi, c. 1, s. 339341, Kuleyni, elKafi, c.8 sç125, ElKummi elHısal, s. 83)
Muhsin elKaşi, EsSafi 6. Mukaddime s, etTabersi, elİhticac, s.70, Kuleyni, elKafi, c.2 s.633, EtTabersi, elİhticac, s. 223.) vb
3 Tefsîru’l- Hasen Askerî 162, Usûlu’l-Kâfî 2/219, Kafi c:2 s. 217–219–222)
4 Tarihi, Taberî, c. 7, s. 3 -13;  İbn-i Esir, el kâmil, c. 4, s. 40 -41 ve İbn-i Kesir, el bidaye, c. 8, s. 216;  İbni, Abdirabbih, Ikdu'l-Ferid, c. 4, s. 388)
5 Taberi, Tarih c. 7, s. 100-110; Dineveri, Kitabülahbar s. 290-295; İbni Esir, El-kâmil c. 4, s. 112-116).
6 İbn-i Sa'd-Tabakat c. 5, s. 213
http://71kevser.blogspot.com/2011/12/t_1081.html
8Ebubekir İbni Arabi’nin el-Avâsım mine'l-Kavâsım kitabı
9 Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevat Mustafa), Tahran? II, 28-29
10 El Kafi, 753 nolu hadis
11 Ahzab 6)