5 Aralık 2011 Pazartesi

SAHABE DENİLİNCE KİMLER ANLAŞILMAKTADIR?

      

 Konumuz Ehlibeytin Sahabeyi nasıl gördüğü konusu iken önce, sahabe kime denir? Ya da Sahabe deyince biz neyi anlıyoruz un cevabını bulmak gerek. Ancak, bu konu ile alakalı farklı görüşler mevcuttur. Biz bu farklı görüşlerin içine derinlemesine girmeden kısaca en itibar edilenlerden örnekler verecek olursak;
Allah Resulünü (s.a.v.)  risalet vazifesinin başlangıcından Ezeli ve Ebedi dostu olan Allah Tealaya irtihal edişine kadar devam eden süreç içerisinde mümin olarak gören ve o hal üzere vefat eden kişilere sahabe denmiştir.
Başlangıç itibari ile Mekke nin fethinden önce Müslüman olanları kapsarken, sahabe tanımının dört halife dönemi sonrası iktidar ve muhalefetin arasındaki siyasal  kavgalar yüzünden, bazı kişileri korumak amaçlı  Allah resulü döneminde Müslüman olup onun yüzünü gören herkes sahabeden sayılmıştır!.
Ashab'ın İslâm'a girişleri ve hizmetleri, İslâm uğruna çektikleri çileler ve gösterdikleri çabalar, hicretler ve gazvelerdeki durumlarının üstünlüğü yanı sıra; her şeye rağmen birer insan oldukları da göz önünde bulundurulduğunda, Ashabın hepsinin birbiri ile aynı değerde olmayacağı aşikârdır. Bu bakımdan, konuya ilişkin farklı  görüşler de bulunmaktadır.

Ashab arasında büyük değeri haiz olanlar, Muhacirun (Mekke Fethi'ne kadar Medine'ye hicret edenler) ve Ensar (Hz. Peygamber'e ve Müslümanlara kucak açıp destek olan Medineli Müslümanlar) en muteber görüştür.
İslâm âleminde, Ashab'ın faziletine, menkıbelerine ve hayatlarına dair bir çok eser yazılmıştır. Bunlar içerisinde en hacimli ve muhtevalısı, İbn Hacer el-Askalânî'nin (ö. 852) el-İsâbe fi Temyîzi 's-Sahabe adlı kitabıdır. Bunun dışında şu iki kaynak da büyük önem taşımaktadır:
İbn Abdilberr (ö. 463), el-İstîâb fî Ma'rifeti'l-Ashab;
İbnu'l-Esîr (ö. 630), Üsdu'l-Gâbe fî Ma'rifeti's-Sahabe
Bir başka ifadeyle sahabe; Tabiinden olan Said b. Musayyib, sahabenin bir veya iki yıl peygamber ile birlikte bulunan bir veya iki savaşta onunla birlikte savaşan kimse olduğunu söylemektedir.
Eş’ariye fırkasının mütekellimlerinden olan Bakelani ise şöyle demektedir: “Ümmet arasında yerleşen örfe göre sahabe, peygamberle uzun süre beraber olan kimsedir. Sadece birkaç saat peygamberle kalan peygamber ile birlikte birkaç adım yol yürüyen ve hadis işiten kimse sahabe değildir.”
Bu görüşlerin dışında farklı görüşlerin olduğu malum. Ancak, asıl olan Allah Rasulü'nün bu konudaki söyledikleridir. Hz Peygamberimizin  bazı hadislerindeki  sahabe tarifi ile  genel anlayıştaki sahabe tarifinin pek uyumlu görülmediği bazı alimlerce ifade edilmektedir. Bunların ne olduğu ifade edilirse ; Buhari ve Müslim'in ortaklaşa rivayet ettikleri bir hadiste "Sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse Ashabım'dan birinin bir müd hatta yarım müd sadakasına yetişemez" hadisinde, geçen "sizden biriniz" diye hitap ettiği karşısındaki topluluk zaten onu gören ve onun sohbetinde bulunan kimselerdi. Eğer sohbet ettiği zümre  sahabe ise bunu onlara neden söyledi? O halde Allah Rasulü'nün  sahabem dediği kimseler kendisini dinleyen sohbetinde bulunanların hepsi mi, yoksa bunlardan farklı özellikleri olan kimseler miydi? " Yine Tirmizi’nin rivayet ettiği bir hadis­te Ashabına ta'n edenlere karşı söylediği "Ashabım hakkında Allah'tan korkun Allah'tan" sözleriyle azarladıkları kimseler yine başkaları değil, Hz Peygamberimiz döneminde inanmış onun sohbetinde bulunan kimselerdi.
Bazı âlimler  “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tabii olursanız hidayete erersiniz” hadisinde kastedilen Ashabın yaklaşık 7 ile 60 civarında bugün içtihadı bize ulaşan sahabeye yönelik olduğunu söylemektedirler.
İbn Kesîr, Sahabenin İncil ve tevratta hangi vasıflarla anlatıldığını şöyle dile getirir. “Muhammed Allah'ın Rasûlüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çe­tin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöy­ledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvet­lendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve bü­yük mükâfat vaat etmiştir.”

Cenâb-ı Hak, Tevbe süresinde Ashâb-ı kirâmdan razı olduğunu ve onlar için ebedi nimetler, saâdetler hazırladığını şöyle beyan ediyor:

“Muhacirlerden ve Ensardan İslam’a girmekte ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tâbi olanlar… Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara altlarından nehirler akan Cennetler hazırladı ki, içlerinde sonsuz kalacaklar. İşte büyük kurtuluş bu.” (Tevbe Sûresi, 100)

Yine aynı sürede Cenâb-ı Hak sahabe-i Kirâmı överek onların İslâm uğrunda can ve mallarıyla cihat ettiklerini ifade ediyor ve kendilerini hayır ve ihsan ile şöyle müjdeliyor:

“Lâkin peygamber ve emrindeki müminler mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bunları görüyor musun, bütün hayırlar işte onlar içindir. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir. Allah onlara altından nehirler akan Cennetler hazırladı. İçlerinde sonsuza dek kalacaklar. İşte o büyük kurtuluş budur.” (Tevbe Sûresi, 88-89)
Tevbe suresinin 40. âyetinde buyuruluyor ki:
(Eğer siz ona (Resulullaha) yardım etmezseniz (ne önemi olur ki); ona Allah yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına [Ebu Bekir’e] üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu.)
Bu âyette, Allah, Hz. Ebu Bekir’in, Resulullahın sahibi yani arkadaşı olduğu bildiriliyor. Ayette sahibihi (Onun arkadaşı) diye geçiyor. Eshab, arkadaşlar demektir. Demek ki Hz. Ebu Bekir’in sahabiden olduğu âyetle sabittir
Sahabe hakkında daha birçok ayet-i kerime nâzil olmuştur.

Şia’nın sahabe görüşünden de örnek verilirse; Rasulüllah'ın zamanında Hz. Ali'yi seven ve meşhur sakîfe hadisesinde onun yanında yer alan huzeyfe b. El-yemân, huzeyme b. Sabit, ebu eyyub el-ensarî, sehl b. Huneyf, osman b. Huneyf, bera b. Azib, übeyy b. Kal), ebu zerr, ammar b. Yasir, mikdad b. Amr, selman-ı farisî gibi sayıları çok fazla olmayan kimseleri sahabe sayar onları sever diğerlerine buğzedenler vardır.
 
Hz. Peygamberin şüphesiz sahabeyi övücü sözleri vardır. Ancak bunları söylerden gaybe yönelerek bu sözleri sarf etmiş değildir. Yine o ortamda , yeni müslüman olmuş kimselere; bedir uhut ve diğer gavzelere katılmış, canla başla mücadale vermiş hayatını ortaya koymuş insanları  farklı ortamlarda onlara anlatmaya calışmış olmalıdır. Meseleye böyle bakıldığı zaman sahabe konusu daha iyi anlaşılacaktır.  
“Benim sahabelerim âdildirler.”
“Bir kimse sahabeyi severse beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden de bana düşmanlığından dolayı düşmanlık eder.”
(Eshabımı kötüleyen hariç, Kıyamette, herkesin kurtulma ümidi vardır.) [Hakim]
Sahabenin bütünün övüldüğü ve onlara düşmanlık yapılmaması gerektiği konusunda başka hadislerde mevcuttur.
       Bir de sahabe içinde yer alıp, onlarla oturup kalkan, zaman zaman menfaatleri icabı onlarla savaşa katılan ortamını buldukça Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışan, farklı ortamlarda Hz Peygamberimizle alay eden İslamlaşamamış münafıklar mevcuttur.  Bunlar islamı kabul ettikten sonra münafıklaşanlar değil, İslam içinde görünen İslamlaşamamış münafıklardır. Gerçek yüzleri savaş zamanları ve fitne ortamlarını yakaladıkları an ortaya çıkmaya başlamıştır. Sayıları zaman zaman 300’ü bulduğu olmuştur. Hendek savaşında ihanetlerinde zirve yapmışlardır. Bunlar sahabe değillerdir. Bunlarla ilgili  Münafikun suresi  nazil olmuştur. Müslümanlar bunlardan hiçbirini sahabeden saymazlar. Bunun aksini iddia edenler varsa ki vardır. Bunlar sahabe saygınlığını yok etmeye çalışan takiyyeci ve iftiracılardır. 
Bu kadar hadis ve ayeti anlamak istemeyen ya da tevil ederek farklı anlamlar yükleyen zihniyetlerle bu ve başka konuda tartışmaya gerek de yoktur. Çünkü tartışmada edep sınırına dikkat etmezler, delil saydıkları yüzlerce kaynak aynı zihniyetin dedeleri tarafından kurgulanmış belgelerdir. Sahih kaynaklardan delil diye ortaya koydukları metinleri incelediğinizde, bütün bir sayfanın altını üstünü kırpılarak delil oluşturduklarını hakikat ile mevzu ile alakası olmadığını görürsünüz. En doğru şey bu konuları merak edenin kendisi bir fiil sahih kaynaklardan araştırması yoksa kötü niyetlilerin oyununa gelmek hiçten bile değil.
Sahabe ile ilgili ileri geri söylem geliştirmek bugünün adetlerinden de değildir. İlk fitnenin neticesi gelişen siyasi olayların alanından kaydırılarak meselenin dinsel zemine taşınması dinsel anlam kazandırılmaya başlanmasından beri devam etmektedir.
İslam büyükleri bu konuda  kendilerine sorulan sorulara verdikleri cevaplara bakarsak; İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Âişe ile Hz. Ali arasında cereyan eden vakadan sorulunca şöyle cevap vermiştir.
BAKARA - 134: O bir ümmettir ki gelip geçti. Kazandıkları işler kendilerine aittir, sizin kazandıkları­nız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.” mealindeki âyet-i kerimeyi okuyarak soruyu cevaplamıştır.
Beyhaki İmam Şafî’den rivayet ediyor : “ ALLAH Tebarake ve Teala, Resulüne tabi olan Ashabı Kur’an, Tevrat ve İncil’de övmüştür Onlardan sonra da bu şerefe ulaşacak hiçbir kimse olmayacaktır Bundan dolayı ALLAH onlara rahmet etmiş, onları sıddıkların, şehitlerin ve Salihlerin mertebelerine yükseltmiştir” ( Menakibu-ş Şafî c:1- sf/442
Ahmet b. Muhammed b. Süleyman et-Tüsterî'nin Ebu Zur'a er-Râzi'den rivayet ettiği şu sözler çok önemlidir. “Ashab-ı Kiramın kusurlu olduklarını iddia eden birini gördün mü, bilki, o zındıktır. Çünkü bizim nezdimizde Rasulullah haktır. Kur'ân haktır. Kur'ân-ı ve sünneti bize nakleden Rasulullah'ın Ashabıdır. Bu zındıklar ise, kitap ve sünneti iptal etmek için Ashab-ı kiramı cerh ediyorlar. Oysa cerhe müstahak olan kendileridir. Zîra zındıktırlar.” (cerh; Ravide adalet ve zapt sıfatlarından birinin veya ikisinin eksikliğini ortaya koyarak, onun zayıf olduğunu belirtmek)
Görüldüğü gibi sahabeyi masum göstermeye çalışan görüşler olduğu gibi, bazı sahabe hiç hak etmediği halde  zemmedilmiş onlar aleyhine yalan ve iftiralar uydurulmuştur. Bunlar tamamen siyasidir. Mezhep farklılığı malesef ki bu ifrat ve tefriti getirmiştir. Olaya bakış bir mezhebi gözlükle değil bir müslüman gözlüğü ile bakıp değerlendirmek esastır.

Sonuç olarak şu denilebilir ki; Kimleri sahabe sayarsanız sayın, yada kimleri saymazsanız saymayın. Sahabe arasında da her türlü kötülüğün yaşanmışlığı vardır. Ancak, onlar hata yaptıklarında büyük pişmanlıklar göstererek tövbe ederlerdi. Bir daha onu yapmamak için ellerinden geleni yaparlardı. Ancak bizim sahabe olarak bildiğimiz nice kimseler vardır  ki, münafıklardan olmuştur. Yani bizim bir kişi sahabe olarak adlandırmış olmamız onların hepsinin aynı ölçüde aynı ağırlıkta iman ehli olduğunu göstermez. Bizlere dini alanda sahih rivayetleri ulaşan sahabe sanıldığı gibi çok da değildir. Siyasetin dini baskıladığı dönemlerde  devlet idarecilerinin lehine onlarca yüzlerce hadis uydurulmuştur.  Bunların sahih addedilen kitaplara kadar girdiğini de görmek mümkündür.
Kuran da, bizim sahabe olarak nitelendirdiğimiz insanların bir kısmı için övücü tabirler olduğu gibi onların aleyhine olan yoldan çıkmışlarla ilgili bilgilerde vardır. Yani  sahabeden her hangi birisini masum görme gibi bir lüksümüz yoktur. Onlarda neticede insandır. Günahlarıyla sevaplarıyla her şey Allahın huzurunda oraya çıkacaktır. 
Bizim meseleye bakışımız bu konuya daha objektif acıdan yaklaşıp dersler çıkarmak olmalıdır. Yoksa şunun haklılğı bunun haklılığının kavgasını günümüze taşımak vekalet savaşları yapmak hiç bir mümminin lehine değildir. Meseleye adaletli hak hukuk acısından bakalım dersek, Hz Ali nin haklılığı ile muaviye nin haksızlığı tartışılacak gibi değildir. Muaviyenin yaptığı ap acık bir zulümdür. Dinin bozulmasına insanların bölünmesine  düşmanlıkların başlangıcına imza atmış  tarihi bir figürdür.  Hu şunu da diyebilirsiniz o dönemde iyi bir şey olmamış mıdır?. Bu ayrı bir konudur. Elbette çok iyi şeyler de olmuştur. Ancak din esas mecrasından sapmaya başladığı bir dönemi yaşamaya başlamış, her gecen yıllarda tüm İslam aleminde bu sapkınlık özden uzaklaşma devam etmiştir. Nice dinden olmayan şeyler dinden sayılmış dinin aslı yerine konulmasına sebep olunmuştur. Bu konular başka başlıklar altında verilecektir.