23 Kasım 2011 Çarşamba




1989 yılından beri Mezhepler Tarihini çeşitli kaynaklardan araştırmaktayım. Tarihe olan ilgim de 80 yıllarda Humeyni'nin İslam Devrimini gerçekleştirmesiyle başladı. Derin bir saygı ve sempati ile baktığım bu sürece bakışım zaman geçtikçe, bu sürecin Türkiye’deki uzantılarını takip ettikçe yerini büyük bir kaygıya bıraktı. Çünkü gördüğüm kadarıyla bu sürecin yönetimi ve uzantılarındaki hedef islamın muzafferiyetinden ziyade mezhepçiliğin ön planda tutulduğu kanaati oluştu bende. Yanılma payımı yok etmek ya da en aza indirmek amacıyla geçmiş ve günümüz şii âlimlerinin eserlerine, hadis, tefsir ve tarih kitaplarına merakım arttı. Burada gördüğüm kadarıyla Şiilerin Kuran’a bakışı öncelikli olarak kendi doğrularına delil bulma noktasında yoğunlaştıkları en dikkate değer bir olgudur. Yine bu paralel de uydurulan binlerce hadis gözden kaçmamaktadır. Şia inancında boşluk bırakmamak adına, üç alanda  (Tevsir/Hadis/Tarih)   bir birini tamamlamak üzere ilmek ilmek örüldüğünü görüyorsunuz. Kurgulanmış tarihlerine delil bulmak için KURAN’ tevil ettiklerini, yani ayetlerin nuzul sebebi ile  uydurdukları tarih arasında bir bağ kurarak Kuran ın anlaşılmasında anlam  kaydırması gerçekleştirdiklerini buna uygun da  hadis uydurulduğunu mezhepsel yaklaşımlarda görebilirsiniz.
 Bir başka boyutuyla uydurulan hadislerle,  Kuranı yorumlayıp buna uygun  tarihin kurgulandığını da gayet net bir şekilde görmek mümkündür.
 Ne olursa olsun kutsal değerleri amacı dışına taşıyarak inançları lehine bir görüş çıkarma gayretleri hangi taraf acısından olursa olsun çok aşırıdır. Bu kurgulamalar bir birinden farklı düşünen Şiiler tarafından farklı ortamlarda yapılması sonucunda bir birinden çok farklı şii inanç akideleri meydana getirmiştir ..
 İmametin farz olduğuna inanan çoğu gruplar imamın kim olacağı konusunda anlaşamadıklarından bir birlerine düşmüşler, hatta bir birini tekfir eder hale gelmişlerdir.
 Herkes kendi imamının hakiki imam olduğu konusunda da bir sürü arguman üretmiş görünmektedir. Aynı isim altındaki bu mezhepler farklı inanç akideleri geliştirdiklerinden dolayı bunların bir kısmını diğerleri gullat olarak adlandırmaktadırlar. Ancak her inanç kendini doğru diğerlerini batıl kabul edip kendi doğrularını bütün imkânlarıyla yaymaya çalışmaktalar. İşte islamı bilmeyen Müslümanların önündeki derin tehlike!

Türkçe faaliyet gösteren Şiilerin yönetimindeki sitelere bu konulardaki araştırma metinleri ile diyaloga girmek istedim. İyi karşılanmayacağımı biliyordum ancak çok büyük hakaretlerle muhatap olacağımı da hiç düşünmemiştim. Ne seleficiliğim, ne Vehbiliğim, ne de kâfirliğim kaldı!.
Oysa benim amacım başkalarının inançlarına saldırmak değil. Bel altı yapmadan doğruları saptırmadan, delil diye ortaya konulan şeylerin bütün yönleriyle ele alınarak doğruları tespit etmek kimin yanlış ya da eksikleri varsa bunu bir şekilde tamamlayarak vahdete bir adım yaklaşmaktı. Ancak bu vahdetin nerede gerçekleşmesi gerektiği konusunda adres de vermiyorum. Çünkü taassubun gözleri o kadar kör ki, karşısındakinin söylediği yüz de yüz doğru olsa bile doğrunun geldiği yer kendisi gibi değilse reddediliyor. Bütün bunlara bakıldığında bir adreste buluşmak pek mümkün görünmese bile en azından ifrat ve tefritten uzak kalınarak daha makul olmak,tekfir etmemek o kadar zor mu?
Kuran'ı merkeze alarak tüm geleneğe göz atabilmek müslümanlar için en doğru yol gibi geliyor. Çünkü uydurmalar her cenahta olduğundan binlerce kat fazla. Meseleler bakışta bu uydurmalar ön plana cıkartıldığından  uzlaşmak mümkün değil. Her kesim uydurmalarına da kılıf hazırlamış görünüyor. Kimse kendi kalesine gol attırmak istemiyor. Oysa İslamın değişmez kaynağı Kuran kendisi için acık ve acıklayıcı kitaptır diyor. Orada her şeyin acık yazıldığı ifade ediliyor. Ancak iki tarafta bunun önünü kapatmak için Kuran anlaşılmaz kitaptır tezini taraftarlarına inandırmış durumda. Öyle olunca Kuran hatim kitabı sevap kitabı, ölü kitabı durumuna düşmüş gözükmekte.
Mezheplerde yeniden Kuran ölcüsünde gözden gecirilmeldir. Cünkü her mezhep kendi toplumunun kültürü, ihtiyacları ve icra edildiği zamanın sorunlarına cevap teşkil edecek şekilde kurumsallamış, üzerinden zaman geçtikce ilavelerle bugüne kadar gelmiş yamalı bohca gibi olmuştur. Dolayısıyla tarihte olan mevzi bir olay için alınan fetva, islamın aslıymış ve geneli ifade ediyormuş gibi algılanıyor. İnsanlar bunun üzerinden kavga ediyor. Bugün mezhep din yerine konulmuş hatta dinin önüne geçmiş durumdadır. Bir insana en büyük hakaret sözcüğü mezhepsizlikle ifade edilir olmuştur.