31 Mayıs 2018 Perşembe

MÜMİN KARDEŞLER, RESULULLAH ZAMANINDA BİZ BÖYLE Mİ İDİK?..!NİYE BU HALE GELDİK? İŞTE BİZİM HİKAYEMİZ!









BİZ BÖYLEMİ İDİK!!!?
Blokta yer alan konu başlıkları arşiv adı altında görünmektedir. Bloğun içeriğinde İslam’ın başlangıcından bugüne geçirdiği evreler, farklı başlıklar altında incelenmiştir. Blokta ana başlık olarak Kuran a yönelme ve anlama çalışmaları, Tevhitte birleşmenin adresini bulma cabaları yer almakla birlikte mezhepçilik ve bölücülüğü telin vardır. İslam'daki büyük kopuşun nedenleri incelenmiş, şii, şia ve şiacılarla ilgili araştırmalara yer verilmiştir. Allah resulüne yönelik sapkın anlayışlar ile Kuran'da gecen resul açıklanmaya çalışılmıştır. Toplumlardaki sünnet algısı ile Kuran da geçen arasındaki çelişkilerden söz edilmiştir. Kavga değil, tekfir değil, iftira ve karalama değil birleşmeye atıf vardır. Müminlerin bir birini sevmeleri ve tahammül etmeleri elden geldiğinde işlenmeye çalışılmıştır. Tevhitte birleşmek üzere ALLAHA EMANET OLASINIZ.


  BİZE NE OLDU!!?
İŞTE BİZİM HİKAYEMİZ..!
Allah'ın insanlığa gönderdiği dinler, tarih boyunca inananlar tarafından bozula gelmiştir! Buna karşın yüce yaradan, şirkten uzak kalmaları için, kavimlere sürekli peygamberler göndererek tevhitteki yozlaşmanın önüne geçmeyi amaçlamıştır. Ne yazık ki, insanoğlu her dönemde haddini aşmıştır. Kimileri dini yetersiz bulup artırımlar yaparak, kimileri azaltarak! Kimisi geçmiş kültürlerini, asabiyet ve kavmiyetçiliğini, aile kavgalarının sebep ve sonuçlarını   zamanla dinselleştirmiştir!  kimileri de dinden çıkar sağlamayarak sürece bir şekilde zarar vermişlerdir!...En basit bir örnek verecek olursak; Hz Musa, kavmini kızıl denizden geçirdikten sonra kırk günlüğüne ayrılır. Döndüğünde kavminin altından yapılmış böğüren bir ineğe taptığını, öncülerinin de  “Musa da böyle istiyordu” dediğini, Kurandan okuyoruz. İnsan tabiatı böyle bir şey. Henüz 40 gün içinde tüm gerçeği bilip görmesine rağmen bu  sapma neyin göstergesidir!..? Kabe deki lat ve Uzza kimleri temsil ediyordu? Hiç düşündük mü birisi lut a.s. Diğeri Üzeyir a.s. Müşriklerin  kutsadıkları kişilerdi. Bunlar bir masal değil,  aşırı yükselttikleri insanı tapma noktasına getirmesi insanoğlunun her an sapmaya meyilli olduğunun bir göstergesi!!! İlgili ayetlerde ne olduğumuzu  bize hatırlatan mesajlardır!

  Hz. Muhammed sonrası da,  söz konusu olumsuz etkenlerin kendini göstermesiyle İslam içindeki yozlaşma  diğer dinlerin kaderine mahkum olmuştur!. Başlangıç olarak zorba ve adaletsiz yönetimler, muhaliflerini sindirmek ve gözden düşürmek, hükümranlıklarını sürdürmek adına toplumdaki huzuru adaleti, sosyal ilişkileri alt üst etmişlerdir! Allah’ın kitabının toplum tarafından yeterince anlaşılması için caba göstermek şöyle dursun,  geriye dönük bir takım rivayetler uydurarak haklılıklarını topluma kabul ettirme yöntemini kullanmışlardır. İç ve dış çatışmalar neticesi Kuran’ı anlayan insanların bir bir ölmesi, yaşayanların da yönetimden uzak durması,  bu zihniyetin ekmeğine yağ sürmüştür! İslamı yeni kabul etmiş  geniş halk kitlelerin, dinini Kuran’dan öğrenme imkanı nerdeyse kalmamış olduğu bir ortam! İnsanların dini anlama ve yaşama konusundaki beklentisine cevap verecek yeterli  altyapı da yok!! Karmaşa döneminde ise, Müslüman toplumun din adına bildikleri Allah resulünden beri nesiller arası yaşanarak gelen ibadetlerden anladıkları kadardır! Mana ve maksadını yeterince anlamadan yapılan ibadetler ise zamanla ritüele dönüşmüş, https://hakikatlar.blogspot.com/2018/12/ici-bosaltilan-ibadet.html

 Sahabe dönemindeki derinlik maalesef kalmamıştır! Bu karmaşa içinde  din adına yaşananlar!!!

Yönetimin hile, haksızlık ve zulümle  gasp edilerek, halifeliğin saltanata dönüştürülmesi neticesinde iktidar  ve muhalefetin düşmanlıklarının hat safhaya ulaştığı muhalefetin yok edilmesi için bütün imkanların seferber edildiği bir ortam!!! Bu gurupların arkalarına yandaş bulmak adına,  Kuran’ı ve Allah resulünü kendi lehlerine konuşturmaları neticesindeki uydurmaların daha sonraki nesillere din olarak yansıdığı bir zaman dilimi !!  Bunlar nasıl olmuş, tevhit inancı nasıl bozulmuş  bir bakalım!

Kuran anlaşılmaz ilan edilmiş, yetersiz görülen dinin içi gelenek, kültür ve siyasi kavgaların argümanları  ile doldurulmuş bölük pörçük olmuş islam toplumları!!! http://kurannediyorbizneanlyoruz.blogspot.com/2018/10/blog-post_75.html

 Muhalif  durumda olup kendilerini şia olarak tanıtan gruplara göre; Kuran’ı ancak temiz olanlar anlar ve açıklarlar! Onlar kim? Ehlibeyt!. Onlar da resuller gibi masumdurlar! Vasıtasız vahiy alırlar! Ölecekleri vakti  kendileri tayin ederler!  İmamete inanmak imanın bir esasıdır! Dolayısı ile ehli beytin her söylediği söz, peygamber sözü gibidir!  Kuran’ın anlamıdır!. Takiye dinin bir esasıdır! Müslüman olmak ve kalabilmek için bu esasların kabulü şarttır!!! Zeydiler hariç, Şiilerin inanç temelleri belirli bir süreçte bu esasa dayandırılmış, zaman geçtikçe  Sünnilerle farklılaşma yönünde içi doldurulmaya devam edilmiştir! (http://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/10/sahabe-kimlere-denir.html) http://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/12/i_3986.html

İktidarın zaten din diye bir derdi yoktur!. Bütün derdi saltanatını devam ettirmek, ganimetini artırmak, taraftarların çoğaltmaktır! Bunun içinde dinin onların lehine konuşturulması yeterli. Bunun içinde ne gerekse yapılmakta!

İktidar ile muhalefet arasında kalan geniş halk kitleleri, muhaliflerin dinde olmayan bir takım şeyleri itikat konusu yapmasına  karşı  mesafeli durarak, her ne kadar iktidarın zulmünü desteklemiyorsa da, karşı bir mücadele içinde de olmamış,  tabiri caiz ise kabuklarına  çekilmişlerdir!. Bir kısmı da daha iyi Müslüman olmak adına,  toplum içine yayılmaya başlayan züht hayatına yönlenerek her şeyden elini ayağını çekmişlerdir!

İktidar ve muhalefet kendi iddialarının altını doldurmak adına Allah resulü adın söz uydurma yarışına girdiklerini  Emevi döneminde başlayan bu faaliyetin Abbasî döneminde zirveye ulaştığını  görüyoruz!

Büyük kopuşun alt yapısını oluşturan bu iddiaların altının  doldurulması için iki tarafta da  hadis borsası oluştu!.  Bu oluşumların bir tarafında  ehlibeyt,  diğer tarafta da  peygamber adına hadis uydurma faaliyetleri  başlar! Bu o kadar meşrulaşır ve önemsenir ki, hadis uyduranlar bununla cennete bile gideceğine inanmaya başlarlar!.  Her iki tarafta da dinde olmayan bir sürü hurafe ve yalanları hem peygambere hem de ehlibeyte söyletmişlerdir. Bunlarla kalsalar ya! Bu yalanları kullanabilecekleri ayetlerin altına koyarak Kuran’ı da bu sürece  ortak etmişlerdir! Bugün ayet anlamlarına bakıyorsunuz, aynı ayet şiilere farklı Sünnilere farklı bir şey söylüyor!!. Allah'ta tezat olur mu!!? Haşa!!! Hadis uydurmalarını nerden anlıyoruz denirse; Hz. Ebu Bekir sahabenin yaşadığı dönemde bütün valilere genelge göndererek hadisleri toplatır. Toplam 500 hadis çıkar. Bu kadarın içinde bile çelişkiler görünce Allah resulü bize Kuran’dan başka emanet bırakmadı diyerek onları yok ettiriyor. Bütün sahabenin hayatta olduğu bir dönemde beş yüz  olan hadis sayısının milyonlara ulaştığını görerek anlıyoruz. (https://butunyonleriylehadis.blogspot.com/

Sürecin devamında, insani yorumlar, iyi niyetle, belirli zamanların sorunu çözme konusundaki fıkıh hükümleri, içtihatlar, farklı kavimlerden gelen kültürler, dinde olmayan binlerce şey dinden sayılırken,  Kuran’ın  hüküm  belirlemede adı olsa da,   etkisiz yetkisiz  sevgi ve saygı boyutunda duvarlara asılı bırakılmıştır!  Kitabı anlamayı değil de okumayı amel edinenler, ne hikmetse Allah resulünden yaklaşık iki yüz elli üç yüz yıl sonra metin tenkidi yapılmadan toplanarak  Kuran’a, ahlaka, akla  ve kendi kendisi  ile çelişen doğru ve yanlışın iç içe geçtiği  rivayetler  yığınını  anlaşılır ilan ederek, Kitabın yerine oturtmuşlardır!. Tabiri caiz ise  tevhit ameliyat edilerek reforma tabii tutulmuştur. İslam kılıfı ile İslami ritüellerinde içinde olduğu nerdeyse yeni bir din ortaya konmuştur! Daha sonraki nesiller bu tezgahı fark etmeden  söz konusu rivayetlerin bir çoğunu ne yazık ki, Kuran'ın anlamı zannı ile din haline getirmişlerdir. Çelişkili rivayetler; günümüzde bir kısım Müslümanların tüm hadisleri reddetmesine, bir kısmının dinden uzaklaşmasına bir kısmının  ateist ve deist olmasına neden  olurken, diğerlerini de geçmişte  gruplara mezheplere, meşreplere, daha sonrada tarikatlara bölünerek parça parça olmasına neden olmuştur!. Farklı rivayetleri benimseyen her bir grup, kendilerini hak diğerlerini batıl görmesi yüzünden, kardeş olmaları gereken müminler bir birini kafir ilan etmeye başlamışlardır. Bugün her bir grup kendilerinin hak olduğunu ayetlere ve hadislere dayandırabilmekte, Kuran ve hadis herkese farklı şeyler söyleyebilmektedir! Bu ihaneti zamanında görüp, Müslümanları Kuran'a ve nebevi sünnete çağıran Hasan Basri, İmamı Azam, İmamı Zeyd, Akif, Ali Şeriatı, Ahmet El Katip  ve sonraki alimlerimiz ya cezalandırılmış yada itibarları yerle bir edilmiştir. Süniiler şia olmakla, şii olanda Sünnici olmakla suçlanmıştır! Rahatlarını bozmak istemeyenler, gelebilecek tepkileri göze alamayan korkaklar, hakikati gördüğünde kafalarındaki dinin bozulacağı endişesi içinde olanlar, ya susmaktalar! Yada çıkarlarına dokunduğu için bu gerçeği söyleyen herkese bütün çirkinliği ile saldırabilmekte!...

İslam toplumunun bir dört yüz küsur yıl dan beri içinde bulunduğu bu ortam  bir senaryo değildir. Bu kadar bölünmenin, çirkinleşmenin, ahlaksızlaşmanın kaynağı nedir! Kuranı ve nebevi sünneti anlamaması, anlayamaması!! https://sunnetnedirnedegildir.blogspot.com/
Mekruh saydığı bir eylemden kaçmak için onlarca haramın işlendiği, kendine göre sünnet, mubah, müsteap saydığı bir eylemi yapmak için yüzlerce farzın yok edildiği dindar toplum!!!

Gelinen nokta!...

İslam toplumları aklını kullanmayıp hurafe bataklığına saplanması yüzünden, bilimsel,  teknolojik, sosyal ve ekonomik gelişmelere ayak uyduramamış, topraklarını kaybetmiş birçoğu batılıların sömürgesi olmaya mahkum olmuşlardır!  Kaynaklarını akıllıca kullanmamış emperyalist ülkelere peşkeş çekmişlerdir.!   Bu  kadar aymazlığı, gerilemeyi kimileri batılıların oyununa, kimileri Müslümanların tembelliğine, kimileri de Kuran’ dışı uydurulmuş dinin insanlardaki düşünme akıl etme yetisinin yok edilmesine bağlamıştır.!

Neticede, günümüz Müslümanları tarihte hiç olmadığı kadar fakir, ezilmiş, aşağılanmış, zelil ve tefrikalara bölünmüş haldedir.  Karnı toklar acın haline ortak olmamakla birlikte, aşağılık bir hayat sürmektedirler. Açlık ve yokluk içinde olanlar eğitimden yoksun kaldıklarından kötülük üretenlerin etkisinde her yeni gün farklı amaçlara yönelik kullanılmaktadırlar! Kısaca Müslümanlar bir birine düşürülmüş,  bir birini öldürmeyi dinin bir emri hatta cihat sayma hadsizliğine düşmüş yada düşürülmüş durumdadır!  Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kendilerine yeni tartışma, kavga ortamı oluşturmada son derece maharetli olduklarını da göstermişlerdir! Daha önce mezhepler ve tarikatlar  üzerinde yürüyen tartışma, bu seferde dinin kaynağı “Kuran mı, hadis mi”.?...Alanına kaydırılmıştır!!!!.

Bir sorun varsa ki, var! Asırlardır  saklanmaya çalışılıp bir türlü üstü kapatılamayan bir tür tevhit ve şirk' in mücadelesi artık ap açık ortaya çıkmıştır!  Mesele din üzerinde oynanan oyunların bozulup hakikate ulaşılması ise,  Maksat rızai ilahi kazanmaksa, önümüzde örneğimiz var. Bu dini güzel bir şekilde yaşandığı bir zaman dilimi var. Allah'ın resulünün övülen örnekliği ve bunların neler olduğu açıkça kitapta belirtilmiştir.

   Allah’ın dininin aslına dönme konusunda atılacak her adımda,  kavga etmeden, bağırıp çağırmadan, tartışmaların ön yargısız bir şekilde sürdürülmesi, tevhidin, adaletin, aklın, şefkatin, özgürlüğün, mübaşire nin öncülüğünde Müslümanların fabrika ayarlarına dönmesi yönünde bir cabaya güzel bir katkı sağlamak varken...!

Kendimiz gibi düşünmeyenlere karşı bu çirkinlik, ötekileştirme,  iftira, şahsiyetlerini yok etmek...!  Bütün bunları kimin için, kim adına, neden yaparız? Hem de din Allah'ın, kavga niye bizim! Üstelik O böyle bir kavga istemezken! Bu çirkinlikten bir Allah rızası çıkar mı!..? Çıkmayacaksa insan kaybedeceği şeyin kavgasını yapar mı?

 




9 Mart 2018 Cuma

İSLAM DÜNYASINDA HUMEYNİYE NİCİN TEVECCÜH EDİLDİ!



İSLAM DÜNYASINDA HUMEYNİYE NİCİN TEVECCÜH EDİLDİ!
Humeyni’nin Şah rejiminin direncini kırarak yıllar süren sürgün hayatını bitirip büyük bir gösteri ile ülkesine dönmesi ve halkının büyük coşkusuyla karşılanması bütün İslam âlemini etkilemiş, ilk söylemleri ve mesajları Müslümanlar arasında büyük sempati toplamıştı. Yüzyıllardır içine kapanık bir halde kurtarıcı bekleyen şia, tarihinde bir kıpırdanma görünüyordu! Bu kıpırdama, iktidar sahiplerinde stres ve korku uyandırsa da islam dünyasında  mezhepsel ayrılıkları aşarak, bütünü etkilemiş  İslam toplumlarına liderlik edeceği umudunu uyandırmıştı.  Zira islam toplumları tam bir umutsuzluk ve çaresizlik içinde idi!
İslam düşmanlarının İslam’a bakışı ve yok etmek üzere geliştirdikleri stratejiler karşısında  İslam ülkeleri yorgun bitkin, fakir kendi içlerinde bir biriyle sorun yaşar halde idiler. Böyle bir ortam Humeyni nin arkasında ABD olan şahı devirmesi, tevhidi esas alarak birleştirici konuşmalar yapması,  umutsuz halklarda  çok farklı beklentiler uyanmasına neden olmuştu.. Humeyni ye kısa zamanda Müslüman halkların bu kadar güven duymaya başlaması, yerlerde sürünen İslam bayrağını  yükseklere taşımaya namzet bir lider olarak algılamasının geçerli başka sebepleri de  vardı.
Hz Peygamberle   bir medeniyet oluşturan  toplum,  daha ilk yüzyıl içinde  iktidar kimin olmalı kavgaları yüzünden büyük kırılma yaşamış aile kavgaları,  kavmiyetçiliği asabiyeti hortlatmış, bu kavgalarda taraf olanlar kendi haklılıklarını ispatlamak için Kuran’ı konuşturmuşlar, yeterli olmayan alanlarda da rivayet uydurarak rahmete kavuşmuş peygamberi konuşturarak toplumu  Sünni ve Şia adı ile ikiye bölebilme başarısını elde etmişlerdi! Buna rağmen islamı özümseyen kafalar insanlığa çeşitli ilim dallarında katma değer üretmeye başlamışlar ama bunu uzun sürdürememişlerdir! Nedeni;  ilmi dünyevi ve uhrevi adı ile ikiye bölen, ağırlığı da uhrevi yöne çeviren yeni kafaların yönetimleri etkilemesi!!... Eğitim kurumlarında söz sahibi olması!  Nedenselliği, sorgulamayı terk edip, işi şekle görüntüye döken islam toplumu son iki asır batı toplumlarının bir hayli arkasında kalmaya  bir nevi kendi kendini mahkum etmişti.  Gerileme burada kalmamış, emperyalist güçlerin tahriki ve saldırıları karşısında  parçalanarak devlet ya da devletçiklere dönüşmüşlerdi! Bu ülke yönetimlerinin İslam’a bakış tarzının bir çoğu toplum dini anlayışını küçümseyip seküler bir bakış tarzı geliştirmiş, Kendi dini ve vatandaşı ile savaş halinde. Diğer bir kısmı da İslam’ı uyguluyorum adı ile islama yamanmış hurafe ve yalanlarla, yönetimlerini güçlü tutma adına geliştirilen rivayetlerle  toplumu uyutup  avutmakta idiler.  Gerek seküler anlayışla gerekse din adına ülkelerini yönetiyor olanlar; topluma karşı  acımasız diktatörleşmiş, adaletsizlik, hukuksuzluğu ayyuka çıkarmış yapılardan oluşmakta idi!. Toplumlarda açlık, sefalet, her geçen gün artan ahlaksızlık kol geziyordu!
İslam ülkelerinin hepsi emperyalist batılıların güdümünde ve dış siyasette, iç siyasetin birçok alanında özelliklede ekonomi de esiri halinde idiler.
Bu atmosfer içinde İran’ın durumu da diğerlerinden daha iyi değil, hatta daha kötü idi! Bir birinden çok farklı inanç ve ideolojilere sahip muhalifler, şah yönetiminden nemalananlar, emperyalist güçlerin emelleri!...
Humeyni nin çıkışı insanların umudunu tamamen yitirmiş bir ortama rastlamıştı! Bu gerçeğin ışığında sünni toplumlarının siyaseten Humeyni yi desteklememek gibi bir lüksü yok görünüyordu!.
Humeyni nin tevhit merkezli birleştirici söylemleri ona karşı sevgi ve muhabbeti artırmış, farklılıkları fark etmek yerine ortakların belirginleşmesi herkes tarafından söylenmese de benimsenmiş görünüyordu. Humeynî'nin devrimini Sünnîler de destekliyorlar; ümmete zulüm söz konusu olduğunda mezhep farkını gözetmiyor, ümmet bilinci ile hareket ediyorlar. O tarihte Sünnîlerin lideri Ahmed Müftîzâde isimli bir âlim.
Bu sempati ta ki Humeyni nin icraatlarının ortaya çıkmasına bir nevi iran anayasasının yayınlanmasına  kadar sürdü!   İran İslam Cumhuriyeti'nin anayasası hazırlanırken 13. Madde “İran'ın resmi mezhebi İslam ve isnâ-aşerî şîîliğidir” şeklinde düzenleniyor. Müftizâde buna itiraz ediyor, “ümmeti bölmeyelim, mezhepçilik yapmayalım, İslam diyelim…” diyorsa da ona kulak asan kimse olmuyordu!  Böylece mezhebi dinin önüne çıkartma geleneği daha da güçlenmiş oluyordu!  Halbuki  ümmet mezhepçilik girdabına düşmese daha iyi olmaz mıydı!  itikadı mezheplerin mensupları düşmanı bırakıp birbirini kırmasalardı, her grup mezhebini yaşasa ama ümmet ve İslam söz konusu olduğunda birlik olsalardı!
Humeynî Necef'te iken onunla irtibata geçen Müftîzâde'ye devrim başarılı olduğu takdirde adalet ve eşitlik esasına dayalı bir İslam devleti sözü veriyor, devrim başarılı olup İran'a geldiğinde onu karşılayanların önünde Müftizade var, Humeynî'den sonra ikinci konuşmayı da o yapıyor, konuşmasında halkı İslam devletinin kurulmasına ve mezhepçiliğin terk edilmesine çağırıyor, işte o konuşmadan itibaren yol arkadaşlarına zulüm ve baskı artarak devam ediyor, Sünnîlere verilen sözler ne yazık ki unutuluyor!
İslam toplumlarında, Tevhitte birleşme umudu bir daha yanmamak üzere sönmüş söndürülmüştü!.. Bir çok aydın ve Humeyni sempatizanı ilk etapta buna inanmak istemedi. Toplum baskısı ile  anayasaya böyle geçmiş olsa da fiillerin farklı olabileceğini, beklenip görülmesi gerektiğini düşünenler oldu! Emperyalist güçlerin çıkardığı ırak İran savaşında İran’a destek olmak savaşmak  üzere islam ülkelerinden gidenler oldu. Onların bir çoğu orda telef oldu. Sağ dönüp hatıralarını yazanlardan edinilen bilgilere göre yeni yönetim anlayışının katı şia anlayışının yeni tezahüründen başka bir şey değildi!
İslam ülkelerindeki  ulusçuluk, mezhepçilik ve ırkçılık belasından kurtulmadıkça, ümmet ortak düşmanlarına karşı birlik olmadıkça İslam dünyası mağdur ve mazlum olmaya devam edecektir.
Humeyni devrim sonrası,  İrancılığı ve milliyetçiliği yeren, buna mukabil İslamcılığı ve ümmetçiliği ön plana çıkaran sözlerine artık rastlanmaz olmuştu!.  Aksine  Safevicilik tartışmaları büyük bir yaygınlık kazanmış ve Yeni Safeviciliğin teorisyeni olarak görülebilecek Cevad Tabatabai ve benzeri isimlerin devlet kontrolündeki basında görünürlükleri ve etkinlikleri ciddi biçimde artmıştır. Hatta bu zat’ın yazdığı Kuran tefsirini, şianın beklediği son imamın, emri ve yardımı ile yazdığı hurafesinin toplum tarafından büyük bir heyecanla alındığı görülüyordu!
Humeynî'nin Kum'daki evinde Müftîzade ile aralarında geçen şu konuşmayı orada bulunan Sünnî alim Abdurrahim Bülûşî nakletmiştir:
-Humeynî, sen bana bir İslam Cumhuriyeti sözü verdin fakat Safevî bir Şîî cumhuriyet getirdin, inancım sana silah çekmeye manidir, lakin siyaset meydanında sana karşı savaşacağım.
-(Humeynî muhatabını tehdit ederek) O zaman, başkaları gibi sen de dağlara çıkarsın!
-(Desteğinden pişman olmuş ve aldatılmış olarak) Hayır, ben şehirde kalacağım!
Ümmeti içine alan, eşitlik ve adalet temelli bir İslam Cumhuriyeti için mücadele eden Müftîzade hücre hapsine konuyor, bütün insani hak ve muameleden mahrum yıllarca zindanda yattıktan sonra öleceği anlaşılan hastalığı sebebiyle serbest bırakılıyor ve vefat ediyor. (Allah rahmet etsin)
Fars milliyetçiliği o kadar yüceltilmişti ki Türk ve Arap kavramları kullanılırken bile çeşitli tahkir edici sıfatlarla ifade edilmesi popüler hale gelmişti!  Humeyni sonrası mezhepçilik ve ırkçılık daha da azgınlaşmış, taassup zirveye ulaşmıştı.
İslam coğrafyasında tevhit yolunda yeşeren umutlar çok kısa bir sürede maalesef ki ırkçı ve mezhepçi zihniyetin galebe çalmasıyla son bulmuştu!


YETMİŞ VE SEKSENLİ YILLARDA  ÜLKEMİZDE İSLAMI BENİMSEMİŞ GENCLİĞİN OLAYLARA BAKIŞI.
Savaş ve yoksulluk yorgunu ülkemiz insanlarının devrimler sonrası İslami kitaplarla da bağı koparılmış atadan aileden anlatılanlarla yetinilme ile din öğretme faaliyetlerini yer altına indiren bazı kişilerin yöntem ve öğretileri ile yetinmek zorunda kalmışlardır. Bu kişiler İslami boşluğun yerini; geçmişten beri süre gelen rivayetlerin din edinilme ve dini rivayetlerden öğrenme alışkanlığının üstüne, tasavvuf söylemlerini, tarikat şeyhlerinin konuşmalarını, onlar adına yazılan kitapları, hikaye destan, keramet ve mucizeleri kapsayan  büyük bir çoğunlukla içi hurafe dolu söylemleri din diye öğretir olmuşlardır. Bu öğretiler, toplumda insanı daha şekilci, dinde sınıfsal bir yapı oluşturan, yüksek sınıfta olanları  putlaştırma ve kutsama alışkanlığını ayyuka çıkarmıştır!.   Yetmiş ve seksenli yıllar; ideolojik sapmaların asabiyete yönelmelerin, birde bu hurafe kültürü ile islam devleti kurma modasının yarıştığı yıllardır. İran devriminden sonra ülkemiz çeşitli şehirlerinde hatta semtlerinde bile İran yönetimini överek mezhebinin din olduğu propagandasını yapan bir nevi misyonerlik faaliyeti sürdüren evler odalar oluştu. İran Irak savaşına katılmayan ancak Humeyni sempatizanlığını üzerinden atamayan binlerce insan bunların propagandası, yayınları, ürettikleri yalanları din edinmeye başladılar. Tabiri caiz ise Humeynici bir gençlik çıkmaya başladı! Kökten tarihini reddeden, tamamen sahabe düşmanlığı yapan, Kuran’ı farklı konuşturan, hatta ibadet şeklini bile değiştirenler!.......
İşte bu atmosferde ne yapacağını bilmeyen, hangisine inanacağını kestiremeyen kararsız bir genç!
 İran devriminden sonra bir umutla ataşelikler aracılığı ile oradan kitap ve kaset isteminde bulundum. İran’la ilgili okuduğum ilk kitap İran anayasasıydı. Anayasalarında İran ın dini “İslam”ı göreceğimi herkes gibi ben de umut ediyordum. Ancak, gördüm ki; kıyamete kadar değişmeyeceği vurgulanan şii mezhebi İran ın değişmez dini olarak anayasalarında yer almaktaydı. Bunun akabinde Şia nın ne olduğunu öğrenmem gerekti. O günlerde. Allahtan ki bir arkadaşım Humeyni ve İslam diye Türkçeye tercüme edilmiş bir kitap vermişti. Caferi hadisleri ve konuların Humeyni dilinden açıklamasının olduğu bir kitaptı. O kitabı okuduğum dönemde de namazımı kılsam da islamın ne demek olduğunu bilmiyor, sadece yaz tatillerinde cami hocalarından duyduklarım kadarı ile bir kanaatim vardı!  Okuduğum kitap kafamı karıştırmıştı. Peygamber dışında muşum kişilerin olması, imametin imanını esası sayılması, erkek kadın ilişkilerinde ölçüsüzlük, muta nikahı, takiyeye anlayışı,  imamların diğer peygamberlerden üstün olması, İmamların vahiy alması, imamların öleceği vakti tayin etmesi, imamların zekat memuru gibi bütün zekatları toplama yetkisi,  Müminlerin annesi Hz.Aişe ile ilgili  güvensizlik, ona yapılan iftirayı doğrularcasına ithamlar,  sahabeden dokuz kişi harici hepsini küfür ile itham etme vs.
Okuduklarım daha önceki öğretilerimle  taban tabana zıt şeyler içeriyordu. Bu görüşler nerden çıkmıştı. Meselenin aslını öğrenmek için ulaşabildiğim kaynakları taramaya başladım. Genellikle araştırdığım kaynaklarda Sünnilik ile Şiilik arasındaki farklardan hiç bahsetmiyor Şiiliğin propagandasında ve bazı tarihi olayların ajitasyonunda zirveye çıkılıyordu. O yıllarda Türk kökenli Caferiler şii kitaplarını tercüme ederken Sünni kesime dokunan onu yaralayan bölümlerini tercüme etmediklerini ya da tercüme ettikleri kitaba koymadıklarını sonradan öğrendim. Sebebi ise; okuyucu şia ile Sünniliğin bir farkının olmadığı kanaati ile şiaya yaklaşsın ve aldanması kolay olsun diye. Burada şunu da söylemekte büyük yarar var yapılan bir araştırmada İran yayınevleri Türkçeden Farsçaya çevirdikleri kitap bir elin parmağı kadar bile yok. Bu kitaplarda ilmi bir yanı olmayan türden kitaplardır. Oysa İran klasiklerinden tutun da kitapevlerine düşen her iran kökenli kitap hemen hemen Türkçeye çevrilmiştir.
Humeyni ve İslam adlı kitapta ki bilgileri o günlerdeki şii sempatizanları ile tartıldığımızda bu kitap Amerikan ajanları tarafından Humeyni yi kötülemek üzere tercüme edildiğini tamamen uydurma bir kitap olduğu cevabını veriyorlardı. Hâlbuki kitap da dipnotlarda kaynak isimleri belirtiliyordu. Ama Farsça bilmeyince bu kaynaklara ulaşmak mümkün olmuyordu. Sonuçta yılmadan araştırmaya devam ettim. İslam tarihlerine yöneldim. Bu vesile i kendi tarihimi de okuma öğrenmeme neden oldu.  İslam tarihindeki şia ile ilgili metinler ile Humeyni ve İslam adı ile yayımlanan kitaptaki bilgiler örtüşüyordu. Yani söz konusu kitap şiayı karalamak üzere hazırlanmış bir kitap değildi.   
Şaşkına dönmüştüm ama gerçeği artık kavramıştım. Demek ki, Humeyni mezhepçilik yaparak İslam bayrağını değil, bölünmüşlüğün mezhep çatışmasının bayrağını yükseltmeye gelmişti. Yıllardır bu hızla şia konusunda araştırma yapmaktayım bu birikimi de inananlarla paylaşmak en büyük arzum. Ancak inananların birbirine en yakın olmaları gereken dönemlerde farklılıkları kaşımanın insanlığa hiçbir yararının olmadığını düşünerek bugüne kadar bunu kendime sakladım. Ancak bu sürecin toplumumuzdaki yansımasına baktığımda dünkü siyasi sempatizanlarının bugün Şiilerle bir olup şia dışı müminler arasında yürüttükleri davet çalışmalarını sinsi metotlarla sürdürdüğünü görmekteyim. Siyasi yakınlığı dini yakınlığa çeviren ülkemizdeki sonradan dönmeler inanç akidesinin ve şianın ne olduğuna bakmadan bilgi edinmeden hatta buna ihtiyaç bile duymadan son derece cahilane bir tutum ile Cihadı istismar ederek “Şiî-Sünnî kardeştir” söylemini şia inancının güçlendirmek adına, şia karşıtı  inançlara hakaret etmeyi ve Şiîlerin faziletlerini sayıp dökmeyi kendince bir fazilet saymaktaydılar!
İRAN DEVRİMİ SIRASINDA SEMPATİZAN OLANLARIN BUGÜNKÜ HALİ
 Geçmişte iran ve diğer islam dünyasındaki gerileme ve ezilmişliğin altında  Humeyni nin çıkışına tamamen duygusallıkla Şiilere yaklaşan birçok insanın bugün durumu maalesef ki onlardan farklı değil. Yakından tanıdığım onlarca arkadaş var ki, Seksenli yıllarda Şianın gerçek dini anlayışını, tefsir ve muteber hadis kitaplarındaki şia gerçeğini bilmezlerdi. Sadece Humeyni’ye sempati ile bakarlardı. Yerli mollaların, geçmişte yaptıkları Sünni kesimi yezidin taraftarı propagandasının tekrarı ve Amerikan ve Siyonizm düşmanlığının atağa geçtiği bu süreçte de aynı tezleriyle şii olmayan Müslüman çoğunluğa  karşı sınır tanımaz yalan iftira yanlış bilgilerle bu kişileri aldattılar.. Başlangıçta kendi inançlarıyla ilgilide fazla bir bilgisi olmayan haksızlığa zulme karşı dik durmaya çalışan bu mazbut insanlar bugün şianın en azılı savunucusu durumuna gelmiş Şiilerden çok Şiileşmiş, şii fıkhını uygulayıp diğer müminleri küfürle itham eder duruma gelmişlerdir. Eğer bunların Tarihte olduğu gibi, siyasi yakınlığı dini yakınlığa dönüştürdüklerine şahit olmasaydım, başlangıç ve bugünkü hallerini bilmeseydim bu konuya zerre miktar ilgim ve alakam olmazdı. Bu araştırma ve tecrübelerimi yazmaktaki amacım hiçbir şii kardeşimi üzmek onunun inancına hakaret etmek ve aşağılamak değildir. Benim derdim; Şiacıalar ile. Şiiliği kullanarak ırkçılık yapan, diğer Müslümanlara düşmanlık üreten, onları arkadan vurmaya çalışan, bunlarla birlikte  kültürler ile siyasi olguları dinin önüne çıkartıp, Kuranı ve nebi örnekliğini  bu çerçeveden yorumlayıp ona buna cennet cehennem bileti kesenlerle!. Bu alanı fütursuzca kullananlara. Velev ki; mezhepçiliği, rivayetciliği, gelenekçiliği yapan kendini sünni olarak tanımlayan sünnicilik yapanlar olsun! Tefrika nerden gelirse gelsin, Kuran’ı yolundan saptırmaya çalışan her akım bu ümmet için fitnedir. Fitnenin sünnisi şiası olmaz.Tevhidi yaralayan, şirki islamın içine sokan her anlayış ve yorum tevrikadır, atılmalıdır, uzaklaşılmalıdır.!
Bütün bu masum gençlerin etkilenmesindeki gerçeğin bir başka yönü de maalesef diğer İslam ülke yönetimlerinin hali. Buralarda İslamın geleceği ile ilgili her hangi bir kaygı olmadığıdır! Zira bu ülkelerde dinin özü aslı toplumda ne kadar bilinmezse onlar o kadar rahat ediyorlar. Ellerindeki hammaddeyi ucuza batıya peşkeş çekerek günlerini gün etsinler! Bunu hazmedemeyen batılı emperyalistlerin, küresel kültürün etkisinden kendini bulmaya çalışan samimi insanların birçoğu da gerçeği bulma adına şii propagandacılarının tekeline düşmüş şia gerçeği ile mutlu olmaya çalışmaktadırlar.