İslam dünyası şii görüşlerin ve propagandacılığının karşısında son derece savunmasızdır. Bunun birden çok sebepleri vardır. Bunlardan en önemlisi, islamın ilk yıllarında meydana gelen fitne olaylarına bire bir yakinen şahit olmadan dilden dile anlatılan şeylerin hakikatinin tam anlaşılamayabileceği yaklaşımı ile; bunu konuşmanın günah, gıybet, geleceğe bir faydası olmayacağı düşüncesinden yola çıkılarak bu olayların öğrenilmemesidir. Bundan başka, İslam âlimlerinin “Onlar kılıçlarını kana buladılar sizler aynı olayı konuşarak dillerinizi kana bulamayan” tavsiyesi dikkate alınmış olduğundan ümmetin çoğunluğu bu konuyu derinlemesine öğrenme ve üzerinde yorum yapma ihtiyacı duymamışlardır. İnanç noktalarının bütününü Hz Peygambere dayandıran Ümmetin çoğunluğu bu süreci, tarihteki siyasi olaylar ve kavmiyetçi yaklaşımlar olarak değerlendirdiğinden yukarıdaki tavsiyeye uyarak meseleyi ve bu acı olayları ajite eden uydurulan hikayeleri öğrenme ihtiyaç bile duymamışlardır. Oysa “Şia bu konuya çok önem vermiş diğer fırkaların hiç birisinin yapamadığını başarmış, Şiilik teşekkül ettirildikten sonra, erken döneme geri dönerek, Şii anlayışa uygun sun'i bir tarih oluşturmuştur• Bu gerçeği, Şii bakış açısından kaleme alınan bütün eserlerde görmek mümkündür. Oyle ki, özellikle Emeviler devrinde, neredeyse Haşimi muhalefet cephesinde tezahür eden oluşumların büyük bir kısmı sanki Şiilikmiş gibi gösterilmiştir. İşin en ilginç yönü, geçmişteki olaylarla Şiiliği irtibatlandırabilmek için uydurulan rivayetlerin, büyük bir kısmı, Şii olmayan tarihçiler tarafından da hiç tereddüt duyulmaksızın benimsenmiş', kitaplarda yer almıştır. Ehli sünnet dünyasında Hadis rivayetler,inde özellikle senetler konusunda gösterilen hassasiyetin bir kısmı tarihi 'rivayetlerle ilgili olarak gösterilebilseydi; bugün Müslümanların kafasında Islam tarihi ile ilgili olarak var olan kaos mevcut olmazdı. Açıkça ifade etmek gerekirse, mevcut tarih. kitıp1arına dayanarak, birbiriyle taban tabarla zıt tarih kitapları kaleme almak mümkündür Çünkü o. zamanki tarih anlayışı çerçevesinde, müverrihlerin pek çoğu, bulabildiği malzemeyi olduğu gibi kitaplarına almayı tercih etmişlerdir.
Ancak, Taberi gibi bir müellifinbile, Hz. Osman dönemi ile ilgili olarak,
pek çok rivayeti "haya ettiği için kitabına almadığını" düşünecek olursak,
erken dönem İslam tarihinin doğru yazılıp yazılmaması probleminin boyutlarını
biraz tahmin edebiliriz.
Bütün bunlar,Şia'nın doğuşu hakkında, "fikif-hadise irtibatı" ilkesi
gözardı edilerek, kaynaklardaki malumat doğrultusunda ileri sürülen görüşlerin,
Şiilerin inanç temellerini oluşturan bu acı olayları öğrenme ihtiyacı fıkhi bilgilerin önünde geçtiğini görmekteyiz. ” (Hasan Onat)
Kurgulayıcılar tarafında üretilen tarih, hadis, hikâye ve çeşitli destanlarda geçen olayların hakikati ile uyuşmayan argümanlarını baştan beri kullanan şiacılar yüz yıllarca bunlarla halkın beynini yıkamışlardır.
Kendilerini Hz Ali nin yanına koyarak Şiilikle ayrışma noktalarının ne olduğunu bile bilmeyen Müslümanların yezitle özdeşleştirilmesi onlarda infial yaratmış bu saldırıya karşı ne diyeceklerini şaşırmışlardır. Tarih boyunca bir an bile yezit lafını duymak istemeyen bir toplumun böylesi acımasızca bir saldırı Karsçısındaki durumu elbette onları çok savunmasız bırakmıştır. Bu insanlar ehlibeyte yapılan insanlık ve islam dışı haksızlığın dini bir savaş değil saltanatı sürdürme ve tarihi bir hesaplaşma adına yapıldığını sahabenin ve tabiinin güvenilir sözlerinden biliyorlardı. Hayatı boyuca ehlibeytin yanında olan tabiinden olan büyük ilim sahibi ve tefsirci Fahrettin Razi’ nin eserleri bu görüşleri teyit etmekteydi. Bütün bunlarla birlikte mezhep imamlarının yani bir Ebu Hanife nin bir Şafi nin hayatlarına baktıklarında onların da yönetime çok mesafeli durduğunu görüyorlar, bunlarda emevi sempatisi bulunmadığı gibi, emevilerce de en çetin cezalarla cezalandırıldığını şahit oluyorlardı. İmamı şafinin Ehlibeyti sevmek rafizilik ise ben rafiziyim dediği, İmamı Azamın İmamı Cafer ve İmamı Zeydin çok yakınında olduğu, ilim öğrendiği hocalarının Hz Ali ekolünden geldiğini, Emevilerce kendisine verilmek istenen hiçbir görevi kabul etmediği, onların yanlışlarına karşı çıkmasından dolayı hapishanede zehirlenerek öldürüldüğünü diğer imamların da bunlardan farklı bir anlayışta olmadığını bilen bu ümmet bu denli çirkin suçlama karşısında şaşırmakta elbet de çok haklıydılar. Sünni kesim bu kadar gerçeği hafızasında barındırmasına rağmen tarihi hakikatlerin gelecek nesillere taşınmasında bu kadar bilinçli davranmadılar. Sonra da Şiacılar tarafından yezidin avenesi suçlamasıyla suçlandılar ve kendilerini savunmasız hissettiler.
Hakikat tacına giyip kendilerine göre ötekileştirdikleri ümmetin çoğunluğunun inancına, emevi saraylarında uydurulan din yaftasını yapıştırmaları ise, bu zihniyetin hepten, şikeci, iftiracı ve provakatif olduğunu göstermektedir.
Bundan başka, Sünnet ehli inançta radikalliği değil orta yolu benimsemesinden dolayı başkalarının inancına sövmeyi asla uygun bulmaz. Aşırılığa heyecana izin vermez. Takiyye kılıfına sokulmuş yalanı kullanamaz.. Kesin olarak bilinmeyen bir konuda zannı yasaklar. Zanna göre hareket edemez. Tarih, dini anlamada başvuru kaynağı olmadığı gibi dini vesika da saymaz. İnanan insanları hata yapsa da kâfirlikle yaftalanmaz. Hıristiyanların Hz Muhammet için sarf ettiği aşağılayıcı dili, Hz İsa için kullanılamayacağı gibi, Şiilerin Sahabe ile ilgili söylediği ağır hakaret ve tekfirlerine cevaben, ne Hz Ali ye nede Ehlibeyte herhangi bir saygısızlık yapamaz. Dolayısıyla orta yol aşırılığın kapalı olduğu bir zemindir. Ona yapılan saldırılara karşın aynı sertlikte ve aynı çapta saldırıda bulunamaz. Haram ve helallere dikkat noktasından sonra, helal olan şeylerin bile yeterlisine dikkat etme gibi zorunlulukları vardır. Nefsin istek ve arzularını tatmin için zorlama hükümlere itibar edilmez. Edep, saygı, zariflik, gibi insanın iç dünyasında olumluluk yaratıcı şeylere önem, olumsuzluk yaratacak duygu ve düşüncelere karşı dikkat vardır. Oysa uç noktalarla beslenen inançlar, toplumun hislerini kullanıp galeyana getirerek batılı din diye verme ortamında radikalliğin uç noktalara taşındığı bir yapıdır. Bu yapılarda haklılığını ispatlamanın önünde hiç engel yoktur. Yani her yol dört yol gibidir!...İnsanın yapısında bu tür şeylere meyil daha fazladır. Akıldan ziyade heyecana daha ön plandadır.. Özellikle gençlik ve cahil toplumların meyli bu yöndedir. Dolayısıyla Şiiler devamlı bulundukları her zeminde ehlibeytin mazlumiyetini kullanır gözyaşları içinde vermek istediği her düşünceyi bu ortamda verir. Nefsin isteklerine kolayca fetva bulmak mümkündür. Sıkıştığında yalana kolaylık var. Zinadan kurtulmak için muta gibi bir seçenek önlerinde.. Zaten ibadetlerde istediğin kolaylığı yapabilmekteler! Namazı belirlenmiş vakitlerde kılmak bir zorunluluk değil beş vakti üç vakte sığdırırısın. Dindar olman için zorluk yok. Birde Ehlibeyti kendi anlayışlarındaki gibi seviyorsan zaten kurtuldun.!
Dolayısıyla duygusallığı kullanan propagandacıların karşısında, İslami yeterince bilmeyenlerin savunmasız bir hali vardır. Buna çok dikkat etmek gerek!
Şii felsefesi incelendiğinde İslam âleminin top yekun Şiileştirilmesi Şiiler üzerinde farz bir görev olduğu anlaşılmaktadır. Bu farz görevi yerine getirmede de en büyük engel ehlisünnet dünyasıdır.
Hedeflerine ulaşmada bu engelin bir şekilde kaldırılması ya da zayıflatılması gerekir. Kendileri kaldıramıyorlarsa kaldıranlara yardım etmek de bir zarar yok. Bunun için başka kâfirler desteklenebilir. İşte tarihteki hulagü örneği bunun canlı örneğidir.(bir milyon civarındaki Müslümanların katledilmesi olayı)
Yahudi dönmeleri ve yalancılığı ile tanınan şii tarihçilerinin, aynı konuda yazdıkları metinlerinde bir birini tutmadığı görülmektedir. Bu sebeple kendi aralarında da ayrışmaların yaşandığı gruplar ilmi konularda izah edemedikleri noktalarda tarihi referans gösterirler. Bunu saldırı amacıyla da yaparlar.
Bunlar imamet, takiyye, muta, gibi birçok hususta İslam toplumlarının paylaşmadığı inançları iman sınırları içinde tutarlar ve bunları kabul etmeyenleri tekfir ederler. Kuranda imamlara iman etme, ya da inanılması ve iman edilmesi gereken imamet mevzuu var mı ki, inanmayan kâfir olsun?..!.
Kuran ayetlerinin nerdeyse üçte ikisini imamet mevzu ve ehlibeyt ile açıklamaya çalışırlar. Yani Kuranda nerdeyse peygamber yoktur. Kuran Hz Ali ve onların anladığı sınırdaki ehlibeyte gelmiştir.! Her inançlarına Kurandan delil getirirler. Oysa kuran ayetlerin anlamına nuzül sebeplerine baktığınızda hiçbir bağ bulamazsınız. Ama onlar kendi taraftarına bunu inandırırlar inanmayanlara da şaşarlar. Kısmetsiz olarak görürler. Sizi iman dairesine çekmeye çalışırlar. Bu konudaki anlattıklarım hususların çoğu sadece araştırmadan kaynaklanan bilgiler değildir. Benim etrafında onlarca canlı örnekleri var. Bunların çoğu şahit olduğum hususlardır.
Hatta bunlardan bir kısmı inandıkları şeyin delilini tevil ile de Kurandan getiremezlerse, o konu ile alakalı Kuranda bir sorun olduğunu kendi içlerine dönerek bir birleriyle paylaşırlar. İşi ilgili konudaki ayetin Kurandan çıkartılmış olabileceğini varsayımına kadar götürebilirler!. Yani şunu akletmek istemezler “ bizim bunca iddialarımız inançlarımızın delili kuranda ve sahih hadiste yok. Bu konuda sahabeden, kurandan, hadisten şüphe edeceğimize bu inançlarımızdan şüphe duysak olmaz mı?” düşüncesini düşünmezler ya da düşünmek işlerine gelmez. Niye? çünkü o inançlarının arkasında aşitasyonla dolu Tarih vardır! Ağıt vardır. Toplumda yaşanması geleneksel hale getirilmiş bazı ritüeller vardır. Bundan vazgeçmeye kalkmada mahalle baskısına muhatap olmak vardır, etraftan küfürle itham edilme vardır. Toplumdan dışlanma vardır. Daha kim bilir neler vardır!.
Burada esas olan sorun; sonradan kutsallaştırılmış kutsallığı itikadın içine sokmak için ayetleri saptırarak Kuran’a çeşitli tevillerin ve yorumların getirilmesi!. Bununla da çözemedikleri sorunlara karşın da uydurulan binlerce hadisler ile durumun kurtarılmaya çalışılmasıdır. Meselenin iyi anlaşılması için bir örnek vermek gerekirse, Şiilerin çoğunluğu elimizdeki Kuran’ın değişmediğine inanırlar. Ancak, en güvenilir hadis kitaplarında bu anlayışın tam tersine onlarca hadis mevcuttur. Kuleyni nin El Kafi si ehli sünnet nezdinde Buhari ne ise şia nezdinde odur; yani en sahih hadis kitabı olarak görülmektedir. Bu kitapta Kur'an'ın tahrif edildiğini iddia eden sayısız rivayet yer almaktadır. Ayrıca Şia'nın yakın tarihteki en meşhur âlimlerinden Tabersi Kuranın hâşâ tahrif edildiğini ispat etmek amacıyla müstakil bir kitap kaleme almış ve Geçmişteki şia imamlarının Kuranın tahrif edildiğini iddia eden çeşitli sözlerini bu kitapta derlemiştir. Üstelik bu hadislerin her birisi de üzerinde şüpheye düşülmesin diye imamlara söylettirilmiştir. Bunu ilim noktasında araştırma yapmayan Şiiler bilmemekte en azından böyle bir hadisin olmadığını idda ederek hemen karşı savunmaya geçmekteler. Bu kitaplarda İtikat noktasında da, islamla tezada düşen yine yüzlerce hadis uydurulmuş. Bugünkü aydın şii âlimlerinin çoğu, bunun ayıklanması gerektiğine inanıp farklı kanallardan ifade ediyorlar. Bu iyi niyetli âlimler şunu neden düşünmezler? Ya da düşünürlerde ifade etmezler.
Ümmet içersinde ayrışmayı sağlayan mevzularında aynı kişilerce imamlara söylettirilmiş bir yalan olduğu neden görülmek istenmez. Kurana iftira attığına inanılan bu kişilerin, diğer söylediklerinin doğru olduğu nasıl kabul edilebilir!? Hz Peygamberimizin gökteki yıldızlara benzettiği sahabe ye düşmanlık eden, Sahabeyi ehlibeytin karşıtıymış gibi algılanması sağlayan, Sahabe düşmanlığının temelinde, yatan olgunun Hz Peygamber ile gelecek nesillerin arasındaki İslam bağını yok etmek olduğu neden görmezden gelinir!? Kendi yalanlarını doğrulama adına imamların adını tereddütsüzce kullanabilen kişi ya da kişilere nasıl itibar edilir? Doğrusu akıl alacak bir şey değil!
Ümmet arasında İtikadı mevzularda ayrışmayı sağlayan ve bu görüşleri imamlara yamayan kişilerin de aynı yalancılardan olduğu, neden dikkati çekmez de hala ayrıştırmayı sürdürmek aydına aynı argümanları kullanılır!