21 Haziran 2010 Pazartesi

SAHABE’NİN SAVUNULACAK BİR YÖNÜ YOK! -2-




        İnanıp doğruluğuna iman ettiğimiz  Kuran’ da sahabe ile ilgili hakikatler nasıl yok edilmiş bir bakalım!. Ahmed et-Tabersî, el-İhticâc adlı kitabının 156 sayfası- Faslu’l-Hitap kitabının 7 sayfasında şöyle der: “Ömer, Zeyd b. Sabit’e dedi ki: “Ali bize Kur’an’ı getirdi fakat onda Muhacirlere ve Ensara kınama var. Biz Kur’an’ı toplarken bunda Muhacirler ve Ensara dair kınamaları çıkarmayı düşünüyoruz.” Zeyd ona şöyle cevap verdi: “Ben Kur’an’ı toplama işini istediğiniz gibi bitirirsem, Ali de topladığı bu Kur’an’ı ortaya koyarsa bütün yaptıklarınız boşa gitmez mi?” Ömer: “Çaresi nedir?” dedi. Zeyd: “Siz çareyi daha iyi bilirsiniz” dedi. Ömer: “Rahatlamamız için onu öldürmekten başka çare yoktur” dedi ve onu Halid b. Velid eliyle öldürmek istediyse de yapamadı. Ömer halife olunca, onlar kendilerinde bulunanla değiştirmek için Ali’den elindeki Kur’an’ı getirmesini istediler. Ömer: “Ey Ebû’l-Hasen! Ebû Bekir’e getirdiğin Kur’an’ı getirirsen, onun üzerinde ittifak edebiliriz” dedi. Ali de: “Maalesef bu mümkün değil! Ben onu Ebû Bekir’e, aleyhinize delil olması, kıyamet gününde “Bizim bundan haberimiz yoktu” (A’raf 172) veya “onu bize getirmedin” (A’raf 129) dememeniz için getirdim. Benim elimde bulunan Kur’an’a ancak temiz olan kimseler ve soyumdan gelecek olan vasiler el sürebilir” dedi. Bunun üzerine Ömer: “Onun açığa çıkarılması için malum bir vakit var mı?” dedi. Ali: “Evet! Evladımdan el-Kâim ortaya çıktığında onu açıklar ve insanları ona yöneltir.” Dedi. (et-Tabersî, el-İhticâc (s: 156) Faslu’l-Hitâb (s. 7)
Burada şu anlaşılıyor ki bugünkü kuranda sahabe ile ilgili hakikatler karartılmıştır! Bu hakikatler gerçek Kuran on ikinci imam mehdi gelince ortaya cıkacaktır!
Buradaki görüşün bir benzeri yani sahabenin yoldan çıktığı ile alakalı Hz Ali’nin ölümünden iki yüz yıl sonra tarihde yalancı olarak bilinen iki kişi tarafından yazılan Hz Ali’’nin Hutbelerinden toparlandığı iddia edilen ve içindeki bilgilerin tamamen Hz Ali’ye ait olduğu söylenen . Nehcul Belaga’da zikredilmektedir. Yalnız bu kaynağa dikkatli bakıldığında bir tenakuz görülecektir ki kitabın bazı bölümlerinde Hz Ali, sahabe ilgili “"Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabilerini gördüm. Sizlerden hiç birinin onlara benzediğini göremiyorum. Gündüzü saçları başları dağınık ve toz toprak içinde geçirirler, geceyi de secde ederek ve namaz kılarak geçirirlerdi. Dönüşümlü olarak alınlarını (secdeye) ve yanaklarını (yastığa) koyarlardı. Ahiretlerini düşünmekten ateş üstünde durur gibiydiler. Secdelerinin uzunluğu nedeniyle gözlerinin arasında (alınlarında) izler oluşurdu. Allah anıldığında gözlerinden yaşlar akardı. Öyle ki, göğüsleri ıslanırdı. Azaptan korkarak ve sevabı umarak, fırtınalı günde ağacın sarsıldığı gibi sarsılırlardı." Nehcu'l-Belâğa; Tahkik: Dr. Subhi es-Salih; Daru'l Kütübi'l Lübnani baskısı, Beyrut; sf. 143. övgüde bulunurken bazı bölümlerde bunların tam tersi ifadelerin olduğu görülmektedir.
Bir başka kaynakta el-Kuleynî, Furuu’l-Kâfî’de der ki: “Cafer aleyhisselam şöyle dedi: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra üç kişi dışında insanlar dinden döndüler.” “O üç kişi kimler” denilince, şöyle dedi: “el-Mikdad b. el-Esved, Ebû Zer el-Gıfarî ve Selman el-Farisî” el-Kuleynî, Füruul Kâfî (s.115)
el-Meclisî, Bihâru’l-Envâr’da zikreder: Ali b. el-Huseyn’in azatlısı dedi ki; “Onunla yalnız kaldığım bir sıra dedim ki: “Benim senin üzerinde hakkım vardır, bana şu iki kişi; Ebû Bekir ve Ömer hakkında bilgi ver” dedi ki; “İkisi de kafirdir. O ikisini seven de kafirdir.” Ebû Hamza es-Sumalî’den: o Ali b. el-Huseyn’e Ebû Bekir ve Ömer hakkında sorunca: “O ikisi ve onları sevenler kafirdir.”
el-Meclisî Bihâru’l Envâr’da der ki: “Ebû Bekir ve Ömer’in kafir olduğunu, onlara lanet etmenin sevabını ve onlardan uzak olmanın sevabını gösteren haberler bu veya bundan başka ciltlerde zikrettiklerimizden daha fazladır. Allah’ın sırat-ı mustakîme iletmeyi dilediği kimseler için bu kadarı yeter.”( Bihâru’l-Envâr (30/330)
Hatta el-Meclisî Bihâru’l-Envâr’da şunu da söyler: “Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Muaviye ateşten tabut¬lar içindedirler. Bundan Allah’a sığınırız.” Bihâru’l-Envâr (30/236)
Onlardan el-Mer’aşî’nin İhkâku’l-Hak adlı kitapların¬da geçtiğine göre onlar şöyle derler; “Allah’ım Muham-med’e ve Muhammed’in âlilesine salât et ve Kureyş’in iki putu, iki cibt’i ve iki tagut’u ile onların kızlarına lanet et…” (İhkâku’l-Hak (1/337)
Kureyş’in iki putu ve kızları, sözleriyle Ebû Bekir, Ömer, Aişe ve Hafsa radıyallahu anhum’u kastederler. el-firdirler.” (el-Meclisî/Hakku’l-Yakîn, 522)
En muteber hadis kitabı olarak kabul edilen el-Kuleyni, el-Kâfî’sinde sahabenin küfür içinde olduğunu yazan yüzlerce hadislerin yanında yine yüzlerce şii kaynaklarında; sayısı, bazı kaynaklarda 5, bazı kaynaklarda 9 geçmeyen sahabenin dışında kalanların hepsinin zındıklığından bahsetmektedir.
Şimdi soruyorum!
Bir müslümanın en itibar ettiği Kuran, ondan sonra en güvendiği hadis kaynakları ve masum olarak kabul edilen Hz Ali’ ye ve yüzlerce kaynağa siz yukarıdaki sözleri söylettirirseniz bugünkü nesil çocukluğundan beri bunu din diye algılarsa bu kaynaklarla yatıp kalkan ve bu kültürlerle yetişen, bunun yüzde yüz doğruluğuna inanan bir nesle yani bugünkü şii kardeşlerimize SAHABEYİ nasıl olurda ehli sünnetin algılaması gibi algılamasını beklersiniz?. Bu bakış acısı kolayına değişir mi? Ya da bu anlayışın doğru olmadığını söyleyenlere karşı bu neslin hangi gözle bakacağını sanırsınız?
Bu sorulara yalpalama ile tevil edilerek cevap verilmez. Buralar kamufle ile geçilmez. Yukarıdaki metinlerde yer alan hususlar yenilir yutulur değildir.

SAHABE’NİN SAVUNULACAK BİR YÖNÜ YOK!

Başlangıç itibariyle sahabe; her toplumlarda olduğu yada olacağı gibi; içinde seviye, anlayış, maddiyat, ve kültürel anlamda “a” dan “z” ye her tipten insanın olduğu bir yapıdadır. Yirmi üç yıl boyunca Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabını; İslam'ın üstün değerleriyle eğiterek bütün insanlığı bu yüce dine davet etmek üzere hazırlamıştır. Sahabe öğrenilmesi gereken İslami gerçekleri kesinlikle bütünüyle anlıyorlardı. Şayet anlayamadıkları bir şeyler olsaydı kesinlikle onu Resûlullah'a (s.a.v.) sorarlardı. Özellikle hayatlarında kendilerini doğrudan ilgilendiren bir şeyleri olmuşsa, hele bu mesele bilhassa inanç yönünü ilgilendiriyorsa, kesinlikle açıklamasını da istemekteydiler.
Onlar o güzel tedrisata teslim olmuşlar, adalete uygun olan her şeyi yasamaya, doğru bildiklerini dile getirmeğe, İslam ahlak ve faziletini İslâm diyarının her tarafına ve imkânları ölçüsünde dünyanın diğer kesimlerine yaymağa; kendileri, babaları ve çocukları aleyhinde de olsa bu adalet ölçüsünden ayrılmamağa gayret eden insanlar olmuşlardır. Şuna belirtmekte fayda vardır "Sahabe'nin adaleti" ifadesini, onlara "masumiyet/günahsızlık" izafesi gibi anlamak derin bir yanılgıdır. Bu ifade onların günahsızlığını değil, Din'in gelecek kuşaklara kavli ve fiilî olarak ideal tarzda aktarımındaki güvenilirliklerini anlatmaktadır. Bir Sahabenin adil olması demek, hadis rivayetinde dürüst davranması, Hz. Peygamber'e yalan isnad etmemesi demektir. Elbette Sahabe günah ve hatadan masun değildir, diğer insanlar gibidirler. Onlar da günah işleyebilirler. Ehl-i Sünnet arasında onlara böyle bir vasıf izafe eden de olmamıştır. Nitekim bu durumda olan bazı sahabelerin Hz. Peygambere gelerek vaziyetlerini anlattıklarını biliyoruz. Onların hata edip, günah işlemeleri hiç bir zaman hadis rivayetinde hile yaptıkları anlamına gelmez. Herkes gibi onlar da unutabilir, yanılabilirler. Ama kasıtlı olarak Hz. Peygambere yalan söz isnad edemezler Sahabeyi sahabe yapan onların masumluğu günah işlememesi değil işlediği günahlara karşın Hz Adem gibi pişmanlık duymalarıdır. Sahabe döneminde içki içenler olmuş, mevzi de olsa zina yapan ve hırsızlık yapanlar olmuştur. Bunlar bunun akabinde Hz peygambere gelerek suçlarını itiraf etmiş çok pişman olmuş kendilerinin cezalandırmalarını talep etmişlerdir. Günahlarının cezasını dünyada çekip öbür tarafa bırakmak istememişlerdir. Bu tür olumsuzlara bulanmış sonra cezasını kendi isteği ile çekmiş üç beş olayı geçmeyecek sayıda hadise yaşanmıştır. Cahiliye geleneğinden gelen onca insan İslami terbiye sürecinde ortaya çıkan üç beş kişinin davranışlarında tabi ki bizler için önemli mesajları içermektedir. Bugünün insanları işledikleri çok büyük günahları bile saklamakta onun için her hangi bir müeyyideyle karşılaşmamak için elinden gelen ne varsa yapmaktadır. Şu da bir gerçektir ki o dönemde yaşayıp kâinatın efendisini gerçek anlamda tanıyanlar çok şanlı bir nesildi. Peygamber gibi yüce bir insanı görmüşler onun sohbetlerinden geçmişler, onun her sözüne şahit olmuş bunlardan hangilerinin ibret için söylendiği, hangilerinin altında sünnetin yattığını öğrenmiş, hiçbir detayı kaçırmamak adına her sözü sorgulamış, O’nun arkasında ibadet etmişler islamı hep beraber yücelere taşımış akıl ve hayallere sığmayacak güzellikleri ve acıları hep beraber yaşamış bir guruptur. Nasıl ki sahabe, Müslüman olmadan evvel anlayamadıkları yani ikna olamadıkları bir şey karşısında, hemen silaha sarılıp peygambere karşı harb etmişlerdir. Fakat gerçekleri görüp ikna olunca yani Müslüman olunca da, hemen onu savunmak için mallarını, canlarını ve çocuklarını ortaya koymaktan kesinlikle çekinmemişlerdir... Oysaki onlar anlayamadıkları, iç yüzünü kavrayamadıkları, kısaca bilemedikleri bir din ya da inanç adına bunu yapmamışlardır. Tam aksine şuurunda oldukları bir inanç için yapmışlardır.
Evet, sahabe şeriatla ilgili bir takım müşkülat ve meseleleri Hz. Peygamberden sormuşlardır. Fakat bütün bu sordukları şeyler amelî olan yani nasıl tatbik edileceği ile alakalı olan şeylerdi. Yoksa itikada bağlı şeyler, değildi. Nitekim Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle der:
"Peygamber (s.a.v.)'in ashabından daha hayırlı bir topluluk görmüş değilim. Onların HZ. Peygamber (s.a.v.)'e, vefat edinceye dek sordukları onüç soru Kur'ân'da yer almaktadır.
Bu sorular; kadınların ay halinden, haram aylardan, yetimlere ait hüküm v.b. meselelerden ibaretti. Nitekim bu ayetlerde "Sana hayız dan sorarlar, sana haram aylardan sorarlar, sana yetimlerle ilgili sorarlar..." diye buyrulmuştur. Onlar sadece kendilerine yararlı olan şeyleri soruyorlardı" (. İbn Kayyım el- Cevziyye, İ'lâmu'l-Muvakkîn, 1/71. )

"Miftahu's-Saâde" adlı eserin yazarı derki: "Hz. Peygamber (s.a v.) döneminde sahabe tek bir akide üzereydiler. Çünkü onlar bizzat vahiy dönemini yaşadılar. Doğrudan doğruya Hz. Peygamberin sohbetinde bulundular. Dolayısıyla kendilerinden şüphe ve vehim denen şeyi önlemiş oldular..." (Miftâhu's-Saâde, 2/162.)
İbnu'l-Kayyım da şöyle demektedir: "Sahabe birçok ahkâm meselesiyle ilgili tartışmalarda bulunmaktaydılar. Fakat sadece ahkâm ile ilgili meselelerde tartışıyorlardı. Kendileri mû'minler önde gelen isimlerinden oldukları kadar, iman yönünden de mû'minlerin en mükemmelleriydiler. Fakat yüce Allah'a hamdolsun ki sahabe, hiçbir vakit yüce Allah'ın isim, sıfat ve fiilleriyle ilgili olan tek bir meselede tartışmamışlardır."( İbn Kayyım el- Cevziyye, İ'lâmu'l-Muvakkîn,1/49 ve Makrizî, el- Hıtât, 4/180)

Dost ve arkadaşlarını bizlerden çok iyi tanıyan ve bilen Hz Peygamber onlarla ilgili şu sözlerini boşuna söylememiştir.
“Nesillerin en hayırlısı zamanımda yasayanlardır. Sonra iman ederek onları takib edenler ve onları da takib edenlerdir” (Ahmed b. Hanbel Müsned No:3594 K 26, B:1)
Asr-ı saadet İslam tarihinin altın sayfasını oluşturmuştur. O asır kadar bereketli, ahalisi güçlü, kuvvetli, cihada karşı samimi ve dogru, Allah yoluna yapılan da'veti yeryüzünün her köşesine yaymış bir asır daha görülmemiştir.
Bu dönemde hafızlar her tarafa yayılmış, tabiîn gençleri sahabilerin bulundugu yerlere giderek onlardan hadisler ezberlemis, sünneti kaybolmaktan kurtarmışlardır, onları takip eden diger gençler de Tabiî'nin Ashab'tan hadis nakledenlerine giderek onlardan hadis alıp ezberlemişlerdir. Böylece sünet emaneti Mâlik, Ahmet ve diger tedvin ehli olan zatlara ulaştırılmıştır. Allah'ın kitabından sonra müslümanların en degerli ve kıymetli varlığı sünnetin bugünlere ulaşılması sağlanmıştır. Bütün bunlarla sahabe ve çocukları dünyanın en güçlü devletini oluşturmuş, islamı Asya, Afrika ve Avrupa ya kadar götürmüş oralarda islam devletleri kurulmasını sağlamışlardır.
Sahabe hayatını inceleyip onların insan olmaktan kaynaklanan kusurlarını tespit edip onları gözden düşürmeye calışan bir mantık ile Kuran-ı kerimi bir şey öğrenmek ve ibret almak niyeti ile değil de, içinde görmek isteği celişkileri ortaya cıkarmak ve kuran a iftira atmak amacıyla inceleyen bir papaz arasında bir fark bulunabilir mi? Bugün dünyanın her tarafında ezan sesleri duyuluyor ise hepsi onların ektikleri tohumların meyvesidir. Şimdi yirmi birinci yüzyılda, bin dörtyüz küsür sene önce yaşamış onca hizmeti ve şahsiyetli geçmişleri olmuş insanların kusurları nelerdi, nerde yanlış yaptılar? Onları nasıl karalayabilirim? Tarih kitaplarında bir ipucu bulurda onu asıl mecrasından uzaklaştırıp çok farklı anlamlar çıkarmasını sağlarım da bunları önçe inananların gözlerinden düşürüp güveni sarsarım. Sonra da onların bize ulaştırdıkları bilgileri değersiz kılarım düşüncesi ve fitnesi ile yatıp kalkan altniyetlerin var olduğunu bu amaçla yazılmış kitapları incelediğiniz zaman çok açık ve net görebiliyorsunuz. Hem onların amaçlarını öğreniyor hem de bu niyetler uğruna ne yalanlar, iftiralar ve iğretiler üretildiğini fark ediyorsunuz.

İslamın tamamlanması 23 yılda olmuştur. Bu sürecde peygamberimizin etrafında olan insanların eğitimi islama ısındırılması bir takım alışkanlıkları kazandırılması ve bu esnasda kişilerin genele ya da Hz Peygamberimize yönelik kusurları anında Allah ın ikazına sebep oluyordu. Bunu fark eden muhataplar tövbe ediyor bir daha bu hatayı yapmamak üzere kendini frenliyordu. Bir başkası başka alanda hata yapıyor yine uyarılıyor ve muhataplar ayağını buna göre denk alıyordu. Cehaletin çukurundan kurtulan bu insanlar yirmi üç yıl içinde insan olmanın vasfını iyice kazanmışlardı. Bu sürecin içinde iyi niyetli olmayan ancak islamı kabul etmiş görünüp inananların arkasından düzen kuranlarda vardı. Bunlar savaş esnasında inananları yanlış yönlendirmeye kalkıyorlar, savaşın tam ortasında savaş alanını terk edip gidiyorlar, farkı aileleri birbirine düşürüp nifak cıkartıyorlardı. Bunlarda Hz Peygambere bildiriliyordu. Hatta bunlarla ilgili münafukın suresi nazil olmuştur. Sürecin bütününde hata yapa yapa öğrenen sahabe olduğu gibi sürekli fitne çıkaran münafıklarda bulunmaktaydı. Bunların daha sonraları İslam toplumundan kovulduğunu biliyoruz. Bu ayırımı yapamayan ya da yapmak istemeyen münafıkları sahabeden birileri olarak niteleyen, bu süreci tersine çevirmek isteyen adı Müslüman olan insanları da unutmamak gerek.
Eğer İslama, Kuran’a ve Hz Peygambere Karşı hakikaten Allah için bir sevgi saygı duymuyorsanız böylesi bir sahabeye küfür edebilirsiniz!
İslamın gerçekleri böyle ama bir nesle (SAHABE’NİN SAVUNULACAK BİR YÖNÜ YOK!
NEDEN Mİ? (2) başlığı altındaki metnindeki öğretileri islamın gerçeğiymiş gibi öğretmişseniz o zaman
Farklı bir durum çıkıyor ortaya. Devamına aşağıdan ulaşabilirsiniz.
http://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2010/06/sahabenin-savunulacak-bir-yonu-yok_21.html