Şia anlayışı, Ali ve evlatları sevgisi dışına taşıp, Şiilik ideolojisine dönme süreçlerinde Kuran ve nebevi örnekliği pek dikkate almamıştır! Başlangıç itibariyle, itikadı yönden sürekli değişen bir süreç yaşandığı söylenebilir! Şia' anlayışında da; muhalefet olmanın, zulme uğramanın, verdikleri sözde durmamanın, zaman zaman kısa dönemlerde iktidarda bulunmanın etkisiyle kendileri acısından olumsuz görünümde olan geçmişlerini tamir amacı ile geriye dönük bir hayli rivayet uydurulmuştur!.. Zamanla bunlar itikada dönüştürülmüş, Emevi saraylarında yapılan büyük hataların bir benzerleri de kendileri yapmıştır!
Şöyle ki;
Hz.
Peygamber'in soyundan gelen Meşhur alim Zeydi imamlardan İbn Murtaza'ın Hz.
Ali’nin İmameti ile ilgili sahabe zamanı ile sonraki süreçte değişmeler
olduğunu ifade etmektedir.
"Rafızilerin mezhepleri, ilk devir
geçtikten sonra ortaya çıkmıştır. Sahabe arasında, hiç kimsenin Ali hakkında
açık,' mütevatir nassdan söz ettiği duyulmamıştır. Onlar, önce Ammar, Ebu Zer,
Mikdat b. el- Esved'in de Ali'nin imam olduğu görüşünde olduklarım ileri
sürmüşlerdir. Lakin, isimleri zikredilen bu kimselerin, Ebu Bekir ve Ömer' den
teberru ettiklerini
açıklamamış olmaları ve ikisine de, sövmemiş. (sebbetmemiş) olmaları,
Rafızileri yalanlamaktadır. Öyle ki, onların iddialarının aksine; Selman (r.a),
Hz. Ömer (r.a) döneminde Medâin, Ammar da Kufe valiliğinde bulunmuştur. ...
Ali, Ammar ve Selman" (Tirmizi, Menâkib, 34).
Eğer bu
siyasi mücadele, dini bir mücadele olsaydı Selman Farisi hiç Hz Ömer döneminde
valilik yapar mıydı? Hz Eyüp El Ensari, emevilerin ardına düşüp İstanbul’un
fethine gider miydi? Kaldı ki bu iki güzide insan Şiilerin hakiki sahabe olarak
benimsedikleri kişiler arasındadır!.
Muhammed b.
Hümeyd, Cerir'den, O da Sufyan'dan, O da Abdullah b. Ziyad b. Hudeyr'den
rivayet ettiğine göre Abbullah b. Ziyad b. Hudeyr şöyle diyor:
“Ebu İshak Es-Sübey'î Kûfe'ye geldi. Şemr b. Atiyye,
birlikte yanına gitmemizi istedi. Yanına gittik ve sohbet ettik.” Ebu İshak
şöyle dedi:
“Ben Kûfe'de iken istisnasız olarak bütün Küfe ehli
Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) faziletlerine inanıyor ve onları sair ashaba tercih
ediyorlardı. Şimdi ise konuşabildikleri kadar konuşuyorlar. Vallahi ne
dediklerine akıl erdiremiyorum.” Ebu ishak Osman'ın (r.a.) şahadetinden üç sene
önce doğdu. Büyük alimlerden olan Ebu İshat uzun bir hayat yaşadı ve H. 127 de
vefat etti. Ali'nin (r.a.) hilafeti esnasında çocuk olan Ebu İshak, Onun
hakkında şöyle diyor:
Ali (r.a.)
Kûfe'de mimberin üstünde hutbe irad ederken babam beni kaldırdı. Onu beyaz saç
ve sakalıyla gördüm.
Ebu İshak'ın
Kûfe'yi ilk defa ne zaman terk ettiğini ve ondan sonra tekrar Kûfe'yi ne zaman
ziyaret ettiğini bilseydik, Kûfe'deki alevîlerin Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) ne
zaman tercih ettiklerini ve ne zaman terk ettiklerini bilecektik.
Ali (r.a.),
Küfede Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) methederken aleviler de Tahkim (Hakem olayı)
hadisesine kadar imamlarına muhalefet etmemişlerdir. Maalesef bu olaydan sonra
haricîler ve onların bir fırkası olan İbâdiyye aynı istikamette kalmalarına
rağmen alevîler imamlarına muhalefet ederek Hicri Birinci asırdan sonra
Ebubekir ve Ömer (r.a.) hakkında ileri geri konuşmuşlardır.)
Damure, Said
b. Hasan’ın, Leys b. Ebi Selim'den aşağıdaki, sözleri işittiğini nakleder. Leys
(Leys b. Ebi Selim el-Kureyşi el-Kûfi, âlim olup İkrime'den hadis nakletmiştir.
Ma'mer, Şube ve Sevri'nin hocalarındandır. Küfe’nin en iyi âlimlerindendir. H.
143 te vefat etmiştir. ) şöyle diyor:
“İlk şiîleri gördüm. Onlar Ebu Bekir ve Ömer'e hiç
kimseyi tercih etmiyorlardı.”
Ahmed b. Hanbel, Sufyan b. Uyeyne'den O da Halid b.
Seleme’den, O da Mesruk'tan rivayet ettiğine göre Mesruk şöyle diyor : “
“Ebubekir ve
Ömer'i sevmek ve onların faziletlerini bilmek sünnettir.”
Mesruk, Kûfe'de bulunan en büyük tâbilerden idi.
Tavus da aynı görüştedir. Aynı rivayet, İbni Mesud'dan da nakledilmiştir. İlk
şiîler elbette Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) tercih edecekler. Çünkü Emirulmü'minin
Ali'nin (r.a.):
“Bu ümmetin peygamberlerinden sonra en hayırlıları
Ebubekir ve Ömer'dir.” dediği sabit olmuştur.
Bu söz birçok
yollarla nakledilmiş hatta seksen ayrı yoldan geldiği ayrıca beyan edilmiştir.
Buhari
yukarıdaki sözü El Hemdaniyyen (iki Hemedanlı) hadisiyle sahihinde nakletmiştir.
Bu iki Hemedanlı da Ali'nin (r.a.) en samimi arkadaşlarından idi. Öyle ki Ali
(r.a.) bir şiirinde onlar hakkında şöyle diyor:
Cennetin
kapıcısı olsaydım,
İki Hemadaniye selametle girin, derdim.
Buhari'nin,
Süfyan-i Sevri'den, O da Munzir'den (bu iki zat da hemedanlıdır) O da Muhammed
b. El-Haneîiye'den rivayet ettiklerine göre, Muhammed b. El-Hanefiyye (Ali'nin
(r.a.) oğlu) şöyle diyor:
“Babacığıma Rasulullah'dan sonra insanların en
hayırlısı kimdir? diye sordum. Ebubekir'dir dedi. Ondan sonra kimdir? Diye tekrar
sorunca; Ömer'dir, dedi.”
Muhammed b. Hanefiyye'nin naklettiği bu sözler,
bizzat babası tarafından ve açık olarak mimberde halka açıklanmıştır.
Yine Muhammed
b. El-Hanefiyye'den rivayet edildiğine göre Ali (r.a.) şöyle diyordu:
“Beni Ebubekir ve Ömer'e (r.a.) tercih eden birisini
bana getirirlerse, mutlaka Onu iftira cezasıyla cezalandırırım.”
Yin bu konu ile ilgili Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Muhammed Allah'ın elçisidir. O'nun beraberinde
bulunanlar, inananlara karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı güçlü...” (Mâide:
5/54)
Rasulullah,
şiddet ve merhameti birleştiriyor, adalete uygun olanı emrediyordu. Ebubekir ve
Ömer'de (r.a.) O'na itaat ediyorlardı. Böylece Onların hareketleri kemâl-i
istikametle gerçekleşiyordu.
Rasulullah
vefat edince bu iki zat, ayrı ayrı Peygamberlerinin halifeleri oldular. Ama hem
sahabenin hem de sahabeden biri olan Hz Ali nin kabul ettiği bu halifeleri, ne acı
ki daha sonraları birileri Ali adına
reddetmişlerdir.
Şia gruplarından bazıları Masum İmam’ın hangi
ırkiyattan geleceğini tespit edip ilan ettiklerinde umduklarını
bulamamışlardır. Söz konusu imamları kendi yanlarında göremeyince, süreçleri
masum imamlar adına tamamen kendileri yönetmeye başlamış bunun daha kolay
olduğunu görünce imamların fikirlerine bir daha itibar bile etmemişlerdir.
Onlar adına hem inanç akideleri oluşturmuş hem de mevcut iktidarlarla savaşa
girmek istemeyen ehlibeyt mensuplarını pasifize ederek onun adına iktidarı ele
geçirmek için siyasi mücadeleye girmişlerdir. Bu bilgiler bize kendini şia
olarak adlandıran kişilerin metinlerinden gelmektedir. Ha şu denilebilir ki şia
olan birisi kendi açıklarını neden versin? Bunun cevabını bulmak içinde
kaynaklara bakıyoruz ki, göründüğü kadarıyla bir hakiki şia var. Bunlar tarihi
olayları olduğu gibi bize yansıtan Hz Ali’yi ve ehlibeyti kan bağından ya da
ırkiyat den dolayı değil onları kişisel özelliklerinden ve Hz Peygamberin
yakınları olduğundan dolayı sevenler. Birde sonradan türeyen “Şiacılar” var ki
bunlar çıkarlarını korumak için insanların içini acıtan olaylarla ilgili
acitasyon yapmış destanlar ve tarih kurgulamışlardır.
Bu yetmemiş gibi hadis uydurmuşlar. Senoryalarını
doğrulamayan reddeden Kuran’ın itibarını düşürmek için de farklı şekillerde
kurana iftiralar atmışlardır. Bunlar tutmayınca da ayetleri tevil ederek
uydurma yorumların adını İmam sözleri olarak yaymışlardır.
Bizim
konumuza esas olan grup hakiki Ali
şiası değildir. Ali’yi diğerlerinden çok
seversiniz. Haklı bulursunuz. İslama hizmette en başta olduğunu
söyleyebilirsiniz. Bundan dolayı ilk halife olması gereken oydu diyebilirsiniz.
Ona haksızlık yapılmıştır diyebilirsiniz. Bunlar insani tercihlerdir. Dinin
konusu değildir. Zaten Ali ve arkadaşları sevilmeyecek birisi değildi ki! Onu
ancak içinde Allah’a husumeti olanlar sevmez! Onlarında kim olduğu biliniyor!.
İnsani
olanlarla insani duyguları, bir takım siyasi ayak oyunlarını, bir birine karıştırarak hakikatlerin önünü
yüzlerce yıldan beri kapatan ve uydurma anlayışlardan çıkar sağlayan islamı
farkında olarak ya da olmayarak bölmeye çalışan, daha kendi içinde birlikteliği
sağlayamadan bütün İslam alemine savaş açan zihniyetedir, bütün inananların
sözü…
Şiacılar Zayıf kaldıkları dönemlerde dışarıya karşı
kendilerini saklama ihtiyacı duyduklarında diğer insanlar gibi görünmüşlerdir.
Bunu hazmedemeyen kendi taraftarları bu ikiyüzlülüğe karşı çıkınca bu durumu
kurtarmak için dine, Takiyye’yi inancını vazgeçilmez bir unsuru olarak ilave
etmişlerdir.
Yukarda
belirtilen hususların daha iyi anlaşılması için şu örneği verebiliriz.
Hz Hasan’dan
sonra imam olarak onun çocuklarından biri değil de neden Hz Hüseyin İmam
olmuştur, Eğer imamlık kardeşten kardeşe geçiyorsa daha sonraları bu süreç
neden böyle yürümemiş hep babadan oğula geçmeye başlamış!. Eğer bu secim
liyakate göre seçiliyorsa neden Hz Hüseyin’in diğer hanımından olan cesur ve
atılgan oğlu Ömer değil de, kasını ye muharebesinde ölen İran Kralı Yezdicet n
kızı şehrebanu ile evliliğinden doğan pasif kabuğundan dışarı çıkamayan Zeynel
Abidin diye bildiğimiz kişi imamlığa getirilmiştir. (Hz Hüseyin’in fars
kralının kızında olma Zeynel Abidin’den imam neslinin devam etmesi tesadüfü bir
olgu değildir) buraya bakınız.
Kaldı ki
sürekli pasif konumda kalan Zeynel’. Eline kıyam için birçok fırsat geçmesine
rağmen kılını kıpırdatmamıştır. Medine halkı Yezit’e isyan ederek
bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. (Tarihi, Taberî, c. 7, s. 3 -13; İbn-i Esir,
el kâmil, c. 4, s. 40 -41 ve İbn-i Kesir, el bidaye, c. 8, s. 216; İbni,
Abdirabbih, Ikdu'l-Ferid, c. 4, s. 388)
Bundan başka
İbni Zübeyir, Mekke’de yeni bir devlet kurmuştu. Dikkate değer bir şey ise,
Emeviler, Mervan döneminde en zayıf anlarındayken aynı dönemde Irak’ta Muhtar
Es-Sekafi tarafından Küfe merkezli güçlü bir Şii devlet teşekkül etmişti.
(Taberi, Tarih c. 7, s. 100-110; Dineveri, Kitabülahbar s. 290-295; İbni Esir,
El-kâmil c. 4, s. 112-116). Bütün bu fırsatlara karsın en küçük bir risk
almayan Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’den ve de Emevilerin
sözünden çıkmamıştır. Zeynel bu devlete gitmeye, hatta bu devletten gönderilen
paraları yemeye bile cesareti yoktu. (İbn-i Sa'd-Tabakat c. 5, s. 213 )
denilmektedir. Eğer imamlık Zeynel’e bizzat ALLAH tarafından verildiyse, bu
fırsatları kullanmadığı, hatta en ufak bir girişimde bile bulunmadığı için
büyük bir cürüm işlemiş olmaz mı? Buna rağmen Zeynel’in rakipleri arasından
seçilmesinin tek bir sebebi vardır: Hz Muhammet’in değil, son İran şahı
Yezdücerd’in torunu olmasıdır. İşte İran kökenli Şiiler Zeynel Abidin ve onun
çocuklarını mazilerindeki kralın konumuna, koymuşlar söz konusu imamları da
olağan üstü güçlerle donatmışlardır. başka birilerini asla İmam olarak kabul
etmezler. Neticede bugün 12 imam adı ile tanımlanan kişilerin hepsi bu ananın
çocuklarıdır. Diğer şia gruplarından olan zeydileri ve ismailileri asla
tanımazlar. Hz Hasan’ın çocuklarından her hangi birinin imam olmaya da hakkı
yoktur. Ne de bugün adları bilinmektedir!
İşte imamet seçiminin nasıl yapıldığını konusunda
tarihe baktığınız zaman bu seçimin tamamen bir ırkiyata dayandığını sondan da durumu
kurtarmak için bir hadis uydurulduğunu görüyoruz “ Kuleynî: “Ebû Abdullah
rivayet etmektedir; Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet
ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin
indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki
vasiyetindir.. Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açtı
onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun
ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü;
savaş, öldür ve öldürül, insanları kendinle beraber saadet için götür. Sen
olmaksızın onlara saadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e
verdi....” Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevat Mustafa),
Tahran? II, 28-29
“Ancak bu hadis metni ile insanların kafasındaki
soruların giderilemeyeceğini düşünen Şiacı alimler, yine sonuca göre yeni
yorumlar yapmak durumunda kaldılar. Nasıl mı?
Hz Hasan Muaviye ile savaşa girmeden halifeliği
devretmesi, Hz Hüseyin’in kıyam ederek şehit olması, Zeynel Abidin’in kıyama
girişmeyip bütün ömrünce dua ile geçirmesi bunun adı da “dua ile kıyam “
etmesi, İmam Cafer’in siyasete bulaşmayıp ilimle uğraşması, gibi. Diğer
imamların hayatlarında öne çıkan davranışlardan ne varsa.
Bunlar bu
davranışlarını kafalarına göre yapmadılar.
Ya!....?
Bunu da
Allah’ın emrine göre yaptılar! İşte vasiyet! Kim ne diyebilir? O zaman
sorabilir misiniz Hz Hasan’ın çocuklarından birisi neden imam olmadı? Hz. Zeyd
kıyama kalkıştı, şehit oldu, onu neden imam sayılmaz? Zeynel Abidin hayatı
boyunca elinde onca fırsat varken, neden kıyam etmedi? ya da kurulan şii
devletinin başına geçmedi! Sorularını sorduğunuz zaman verilen cevap çok ilginç
değil mi!::? Hani yalan bir rivayet var ya! İmamlara verilen bir kitap,
vasiyet!.. Güya imlar vasiyeti okuyorlar, kendileri için, Allah orda ne
buyurmuşsa onu yapıyorlar!. Diyelim ki
öyle.. Hem bu yalana inanıp hem de, imamet bu imamların hakkıydı iddiası bir
birini çürütmüyor mu!? O zaman Hasan'ın vasiyetinde haşa Allah iktidarı Muaviyeye teslim et mi dedi! Eğer öyle dediyse Muaviye ile derdiniz ne demezler mi adama!
İslam’da yönetim
şunun bunun hakkı değildir. Allah kitabında ehliyet ve liyakatı getirmiştir.
Bir toplum başına ehliyet ve liyakatlı birilerini değil de, yönetimde zayıf
olanlar, sahtekarları getirirse
cezalarını kendileri çeker. Osman çok iyi bir insan olabilir. Nitekim de
öyledir. Ama son altı yılda yönetimi kendi akrabalarından olan hırsıza arsıza
valilikleri iktidar gücünü teslim etmesiyle kendisinin şehit edilmesine bir
noktada zemin hazırlamış olmadı mı? Ondan sonraki bütün fitne hareketleri bu
zayıf yönetimin sonuçları değil mi?
Eğer Ömer sonrası daha ehliyetli olan Ali iktidar
yönetimine getirilse idi belki bugünkü fitne ayrıcalık olmayacaktı!.
Acaba şöyle bir soru sorsak cevabı ne ola ki!!?.
Bu vasiyetten
Hz Zeyd’in haberi var mıydı?
Galiba yoktu. Olsaydı Zeynel Abidin’in imamlığını
kabul ederdi. Eğer böyle bir vasiyet var idiyse, Muhammet Bakır bunu Hz. Zeyd’e
gösterebilirdi! Ya da neden göstermedi?
Görülüyor ki,
bu vasiyet de sorunu çözmeye yetmemiş! O zaman ne yapmalı? Bu sefer Kuran’a
müracaat etmeli. Masum bir imam adıyla konuya uygun bir ayet bulup tevil
ettirilip sonuca gidilmesi en doğru yol. Hem bu yöntemle ehlibeyt konusuna da
netlik getirilmiş olur!.
İşte Meşhur her derde çare bulan Kuleyni’ nin, El
Kâfi’ si. Bu sorunu da çözmüş görünüyor. El Kafi, 753 nolu hadis
“... Abdurrahim b. Revh el-Kasir şöyle rivayet
etmiştir: Ebu Cafer’e (Muhammed Bâkır): “Peygamber müminlere kendi canlarından
daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın kitabına
göre birbirlerine daha yakındırlar.” (Ahzab 6) ayeti kimin hakkında indi?” diye
sordum. Buyurdu ki: “Ayet velâyet ve imamet hakkında inmiştir. Bu ayet, Hüseyin’den
sonra, onun çocukları arasında uygulamaya konulmuştur. Dolayısıyla biz, imamete
ve Resulullah’a, Muhacir ve Ensar’dan oluşan diğer Müslümanlardan daha
yakanız.” Dedim ki: “Cafer’in çocuklarının bunda bir payları var mıdır?”
“Hayır.” dedi. “Abbas’ın çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” diye
sordum. “Hayır.” dedi. “Abdulmuttalip oğullarının bütün boylarını saydım.”
hepsi için “Hayır.” diye cevap verdi. Bu arada Hasan’ın çocuklarını unuttum.
Bir daha yanına girdiğimde: “Hasan’ın çocuklarının bunda bir payı var mıdır?”
diye sordum, “Hayır.” dedi. “ALLAH’a yemin ederim ki, ey Abdurrahim! Bizim
dışımızda hiçbir Muhammedi’nin bunda bir payı yoktur.”
Ehlibeyt anlayışı önce kutsallaştırılmış sonrada bir
takım evrelerden geçmiştir! Önceleri
Peygamberimizin eşleri ve kendi evinde barınan çocuklarını kasteden
ehlibeyt kavramında iken, önce, Hz. Muhammet’in eşleri, sonra duruma ve
koşullara göre tüm Haşimiler, tüm Ebu Talip soyu çıkartılmıştır. Daha sonra da
sadece Hz.Ali ve Fatma soyu ile
daraltılarak tek bir kanal yöneltilmiştir!
Müslümanlar içinde fitne daha fazla büyümesin, Müslümanların kanı boşuna
akıtılmasın diye mecburen iktidarı
Muaviye ye vermek durumunda kalan
Hz. Hasan’ı bir çok şiacı zihniyet kabahatli sayarlar! İmameti muaviyeye
verdi diye! Hasan suçlu görülmesi
nedeniylede İmametin devamında soyunu bir şekilde kesmişlerdir!! Hz Hüseyin’in soyu da, ancak İran Şahının
kızı vasıtasıyla gelen Zeynel Abidin’in nesli ehlibeyt zümresinin tek temsilcisi
olarak kalmıştır!!.
İşte din böyle kurgulanır. İşte Tarih böyle
şekillendirilir.
SONUÇ.
Şiacılar siyaseti yürütürken de din kuralları koyarken de imamların görüşlerine
hiç itibar etmemişlerdir. İşlerine nasıl geldiyse mevcut ortamda durum nasıl
kurtarıla biliniyorsa öyle davranmışlar. Dini yaşam içinde çok güçlü
gösterdikleri “imamet”, onlar için sadece kukla olarak kullanılmıştır.
Pekiyi bütün
bu süreçler yürürken ehlibeyt boş mu durmuş?
Tabi ki boş durmamış, her birisi Allah yolunda tevhidi bir hayat sürmüş
ellerinden geldiğince kendileri dışında kalan siyasetin pis ayak oyunlarına
alet olmamışlar. Bu yolda şehit edilenlerin hayatı incelendiğinde de
görülecektir ki onlara ihanet eden kendilerini şia olarak tarih efen sözlerinde
durmayan, ihanet eden yapılar olduğu görülecektir.